Gökçe Gökçen, Adalet Bakanlığı’nın 2025 Bütçesi Üzerine Konuştu…
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Gökçe Gökçen, Plan Bütçe Komisyonu’nda, Adalet Bakanlığı’nın 2025 bütçesi üzerine bir konuşma yaptı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen’nin konuşması şöyle:
“Bugün yapılacak olan görüşmelerin karşılıklı fikirlerden yararlanıldığı, yasamanın yürütmeyi denetleme yetkisinden fayda görülen, verimli bir çalışma olmasını diliyorum.
Dikkatinizi çekmek istediğim birinci husus;
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2017 referandumu öncesinde yasama ve yürütmenin birbirinden katı olarak ayrılacağını savunmuştu. Muhalefetin itirazlarına rağmen kabul edilen anayasa değişikliğiyle birlikte kuvvetler ayrılmadı, tam tersine birleşti. Bu dönemde Adalet Komisyonunun görüştüğü torba kanunlar, Adalet Bakanlığının hazırlaması ve milletvekillerine göndermesi yoluyla yapılıyor. Bunu Sayın Bakan’ın yasa tekliflerinin hazırlanması aşamasındaki açıklamalarından anlıyoruz.
Bunu sayın bürokratların desteğini alma fikrini reddettiğim için ifade etmiyorum, ama milletvekillerinin başlattığı, ihtiyacı gördüğü, belirlediği, muhalefetle ve sivil toplumla tartıştığı, ardından teknik desteğin alındığı bir sürece ihtiyaç var.
İkinci husus,
Herkesin ne kadar farklı fikirde olduğumuzu bildiği gibi Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması meselesi. Ancak burada sadece Can Atalay kararından bahsetmeyeceğim. Oradaki vahim örnek artık herkesin malumu, bugün de konuşulacak.
Ancak yasa tekliflerinizde şöyle bir sorun görüyorum. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında yürürlükle ilgili bir süre veriyor. Getirdiğiniz teklifler ya o sürenin dolmasından hemen önce getirilen alelacele teklifler, ya da süre dolduktan sonra hukuki boşluğu doldurmak adına meclisten 1 günde geçirmeye yönelik metinler.
Bu metinlerde de çok büyük çoğunlukla iptal edilen hükmün tamamen aynısı, veya bazı kelimelerin yer değiştirmiş halinin olduğunu görüyoruz. Bunlar da yine yöntemine karşı çıktığımız, torba kanun usulüyle getiriliyor. Aynı kadının isim hakkını ihlal eden, kadının soyadı düzenlemesi gibi.
Bu yapılan, anayasanın sistematik olarak ihlal edilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin fiilen bir kere daha devreden çıkarılması demek.
Yani tartışmayı yalnızca bireysel başvuru üzerinden değil, norm denetimini de dahil ederek yapmak zorundayız.
Ve defalarca ifade ettiğimiz gibi, anayasayı uygulamayan bir mantıkla anayasa değişikliğini tartışmak bizim için mümkün değil.
Üçüncü husus,
Yine çok tartışılan, burada da tartışılacak ve tekrar etmeyeceğim ama değinmekte de önem gördüğüm, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyulmaması sorunu. Biz şunu bilelim: Anayasanın 90. maddesi devreden çıktı mı? Avrupa Konseyinden çıktık mı? Veya çıkmak mı istiyorsunuz?
Dördüncü husus,
Bu senenin ikinci yarısında çok tartışılan bir konu. Etki ajanlığı düzenlemesi. Burada Türk Ceza Kanunu’nda yer alan casusluk suçlarına dahil edilemeyen nelerin olduğunu merak ediyoruz. Çünkü komisyonda yapılan açıklamalar bizim için açık olmadı. Getirilen ve geri çekilen metinle Erasmus’a giden öğrencilerin, akademisyenlerin, siyasetçilerin, sivil toplum örgütlerinin ve gazetecilerin ifade özgürlüğünün etkilenmesine çok müsait bir ifade vardı. Aynı metin geri getirilmeye çalışılırsa, Genel Başkanımızın ifade ettiği gibi kırmızı alarmdayız. Yok eğer gerçekten ifade özgürlüğüyle ilgili olmayan, sivil toplum örgütlerini ve gazetecileri etkilemeyecek bir düzenleme düşünüyorsanız bu konuyu çok dikkatle ele almak zorundayız.
Beşinci husus, siyasi davalar ve olaylar.
Önceki genel başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu hakkında açılan davayla ilgili “Siyasetçilerimiz için bir ibret vesikasıdır” şeklindeki sözleriniz, Hakimler ve Savcılar Kurulu başkanı olma sıfatıyla da yargıya müdahale niteliğindedir. Ayrıca muhalefeti dizayn etme girişimidir. Biz ne söyleyeceğimizi, nasıl siyaset yapacağımızı kendimiz biliriz.
Diğer taraftan Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında açılan davada, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Sözcüsü’nün “Neden Samsun’a sürdüğümüzü izah edeceğim” sözlerini çok vahim buluyoruz. Ve gündeminize almanızı bekliyoruz. Ahmak davasının, siyaseti dizayn etme girişimi olduğunun en başından beri farkındayız ve buna izin vermeyeceğiz.
Altıncı husus, belediye başkanlarımız hakkında akıl almaz girişimler.
Esenyurt Belediye Başkanımız Ahmet Özer, bu yaşına kadar hem adli sicil kaydı temiz, hem de bir tek suç bile işlememiş bir akademisyen. Süleyman Soylu’nun değerli görüş ve katkıları için teşekkür ettiği, 2013 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşüne başvurulan, belediye başkanı olarak düzenlediği ve Kaymakam’ın da katılmış olduğu konserde atılan sloganlardan sorumlu tutulan, tutukluluğa itirazın reddi kararında birden bire, aleyhinde bir gizli tanık ortaya çıkan Prof. Dr. Ahmet Özer.
Esenyurt Belediye Başkanımız, geçmişte sizin partinizin defalarca görüşüne başvurduğu, dönüp Esenyurt’u on yıllık bir Cumhuriyet Halk Partili olarak kazandığında hakkında suç uydurulan Ahmet Özer.
Evine şafak operasyonuyla girilen, evinde ve belediyede yapılan aramalar sırasında yanında avukatı bulundurulmayan, alınan dijital kayıtlarının imajının bile verilmediği Ahmet Özer.
Biz bu yöntemleri bir yerden hatırlıyoruz.
Esenyurt halkının iradesi gasp edilirken, seçilmiş milletvekilleri ve belediye meclis üyeleri bile günlerce kapıda bekletildikten sonra içeri alındı.
Kenan Evrenci bir anlayışla belediyeden sökülen Cumhuriyet Halk Partisi tabelası oraya yeniden takıldı.
Ovacık belediye başkanımız Mustafa Sarıgül hakkında yıllar önce katıldığı bir taziyeden dolayı dava açıldı. Cenazenin defnedilmesi için belediye başkanımızdan yardım isteyen de, güvenliğin sağlanması amacıyla Cumhuriyet savcısı.
Belediye başkanımız, bu olayın üzerine tam üç kez seçimi kazanarak belediye başkanlığı yaptı. Her nasılsa bu şimdi sorun oldu ve bir siyasetçinin daha sözde terörist olduğuna karar verildi.
Ve kayyumlarla ilgili “belediye başkanı değil, başkan vekilleridir. Kesinleşmiş bir hüküm olursa başkanlık düşer, yerine meclis seçer” dediğiniz için hatırlatıyorum.
Bu açıklamanız da bence masumiyet karinesine aykırı ama bir mantığı da ters çeviriyorsunuz. Kişi hakkında masumiyet karinesi varken belediye meclisi seçmez biz atarız, ama hüküm kesinleştiğinde o zaman demokratik mekanizmaları işletiriz diyorsunuz.
Yine de bu açıklama doğrultusunda başa dönüyorum.
Lütfen Ovacık Belediyesi’nin web sitesini açın. Orada kim başkan olarak yazılmış? Başkan vekili değil. Başkan. Kayyum Hüseyin Şamil Sözen. Yani siz bizim “kayyum” dediğimize “başkanvekili” deseniz de, orada başkan olarak ilan edilmiş bile. Burası Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde değil midir? Ovacık halkının iradesinin hiçbir değeri yok mudur?
Son olarak,
Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel ile ilgili dünkü ifadeleriniz. 28 gün boyunca sizden bir yanıt beklendi. Demokratik bir şekilde belediye meclis üyelerimiz, milletvekillerimiz Esenyurt’ta nöbet tuttular. Türkiye’nin birinci partisinin genel başkanını, kendi belediye başkanıyla görüştürmemek için 28 gün beklediniz. Genel Başkanımızın üslubunu değiştirmesiyle birlikte önce, hiç kabul edilemeyecek ve cinsiyetçi bir ifade kullanarak “adam gibi istesin veririz” dediniz, aynı gün gerekli yazıyı yine kendiniz yazdınız.
O zaman ben şunu sormak zorundayım.
Canan Kaftancıoğlu’nun davasında, Selahattin Demirtaş’ın, Selçuk Kozağaçlı’nın, Sözcü gazetesi yazarlarının, Hrant Dink’in, Enis Berberoğlu’nun davasında hep aynı isim var.
Kendisi önce sizin yardımcınız, şimdi de İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı oldu.
Sizi İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı üzerinden zorlayacak açıklamaları mı tercih ediyorsunuz?
Akın Gürlek’e “bu sarayın celladı”, sizden bahsedilerek “bu bakanın imamı Akın Gürlek”, yine sizden bahsedilerek “bu bakanın Akın Gürlek’e gücü yetmemektedir” denmesini mi istiyorsunuz?
Genel Başkanımız size yine çok sert ifadelerde bulunmaya devam edebilir, ama bizim dileğimiz sizlerde bunlara hiç gerek bırakmayacak bir siyasi nezaketin ve temiz bir dilin hakim olması. Burada da sizin konumunuz önemli.”