Yazarlar

Türkiye’de Uygulanan Seçim Sistemlerinin Siyasal Hayata Etkileri ve Sonuçları -4

1980-2000 DÖNEMİ, İLGİNÇ TESADÜFLER -4

1970’lerde dünyada başlayan ekonomik krizler, 1971’de Bretton Woods anlaşmasının çöküşü, petrol krizlerin etkisi, ABD’nin gücünü zayıflamış neoliberalizmi dayatarak ekonomik gücünü korumayı ve jeopolitik istikrarı sağlamayı amaçlamıştır. ABD politikaları, 1980’li yıllarda dünyada yeni söylemler ve gelişmelere sahne olmuştur. Kapitalizmin yeniden yapılandırılması sürecinde en çok göze çarpan olgu “Küreselleşme” ve “bürokraside” yaşanan değişimlerdir. Katı hiyerarşik, kurallara sıkı sıkıya bağlı Weberyen anlayış olan Geleneksel Kamu Yönetimi yerine esnek örgüt yapılı, adem-i merkeziyetçi, yumuşak hiyerarşi, minimal devlet anlayışına sahip Yeni Kamu Yönetimi anlayışına bırakmasıdır. 

Huntington’ın üçüncü dalga demokratikleşme anlayışı ve küreselleşme ile birlikte hız kazanan yeni sağ söylemi gelişmiştir. Sürecin işleyiş mekanizmasını ise “Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü” gibi evrensel nitelikteki uluslararası kuruluşların üye ülkelere önerdiği, sosyoekonomik ve yönetsel-siyasal yapının yeniden yapılanmasına ilişkin politikalar oluşturmaktadır. Bu politikalar vasıtasıyla da ulus-devletlerin geleneksel politika araçları giderek zayıflamıştır.

1980’li yıllar küresel düzeyde liberalizmin, hak taleplerinin ve sosyal örgütlenmelerin yüksek olduğu yıllardır. Dünyadaki bu gelişmelere, Türkiye de kayıtsız kalmamıştır…

Türkiye’de de 1980’li yıllardan itibaren bu süreç siyasi, ekonomik ve sosyal yapıda etkisini göstermeye başlamıştır. 1970’lerden başlayan Türkiye’de yönetimde istikrar sorunu ekonominin dar boğaza girmiş olması bu krizden çıkmanın tek yolunun yeni kredi bularak borçlanılması zorunluluğu görülmüştür. IMF’in kredilerinden yararlanmak için IMF’in istediği önlemleri alması gerekmiştir. 24 Ocak 1980 Kararları bu istikrar önlemlerindendir.

İstikrar tedbirlerinin alınması düşüncesi ile 24 Ocak Kararlarının devreye sokulması ile serbest piyasa ekonomisine geçilmiş, devletin ekonomideki rolü azaltılmıştır. Ekonomideki liberalleşme, diğer alanlara da yansımıştır. Ekonomik alanın devletten ayrışması, güçlenen bir burjuva sınıfı yaratmıştır. Turgut Özal’ın mimarı olduğu 24 Ocak Kararlarıyla birlikte ithal ikameci dönem kapanmış, Türk ekonomisinin ve toplumunun dışa açılma süreci başlamıştır.

Siyasi gerginliklerin düşmemesi genel anlamda istikrar sağlanamaması sonucu 12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime bir kez daha el koyması ile Milli Güvenlik Konseyi, TBMM feshetmiş, siyasal parti faaliyetlerini yasaklamış, yeni bir hükümet ve yasama organı kuruluncaya kadar, yasama ve yürütme yetkilerini üstlenmiştir. Askeri yönetim üç yıl boyunca, 24 Ocak Kararlarını ve bunların devamı olabilecek ekonomi politikalarını, basının ve sivil toplum kuruluşlarının muhalefeti olmadan rahatça uygulayabilmiş ve bu politikaların gelecek yıllarda da uygulanması için yasal ve toplumsal zemini oluşturmuştur. Üç yıl süren askeri yönetimin üzerine iktidara gelen Özal’ın liderliğindeki Anavatan Partisi de askeri dönemle paralel politikalar izlemiştir.

Yeni sağ söylemi, Küreselleşmenin etkisiyle de Türkiye mevcut kamu yönetimi anlayışından minimal devleti öngören, işletme esasına dayalı bir Yeni Kamu Yönetimi anlayışına doğru geçmeye başlamıştır. Bu bağlamda, 1980 sonrasında Türkiye’de yaşanan değişimde iç gelişmeler kadar dış gelişmelerin de etkisinin olduğu söylenebilir.

Milli Güvenlik Konseyi ve bu konseyce seçilip oluşturulan Danışma Meclisinden oluşan bir kurucu meclis kurulmuş, bu kurucu meclis anayasa, siyasi partiler ve seçim yasasını yeniden yapmıştır. Seçimlerde uygulanacak seçim sistemlerine ilişkin herhangi bir hüküm öngörülmemiştir. Böylece seçim sisteminin saptanması yasa koyucuya bırakılmıştır.

1983 Seçimleri…

1969, 1973 ve 1977 seçimlerinde uygulanan barajsız d’Hondt seçim sistemi kaldırılmış yerine Çift Barajlı d’Hondt Sistemi uygulanmıştır. Ülke ve seçim çevresinde yüzde 10 barajının ilk kez uygulanması sonucu partilerin önce % 10 barajını aşması gerekiyor. Ülke barajını aşabilen partiler seçim çevrelerinden milletvekili çıkarabilmeleri için, aynı zaman o çevrenin seçim barajını geçebilecek oy potansiyeline de sahip olması gerekmekteydi. Sistemin esası siyasal istikrarı sağlamaktır. Genel Seçimlerine 3 siyasi parti katılmış ANAP (%45,1), HP (%30,5), MDP (%23,3) oy almıştır. Bu sistem 1987 ve 1991 seçimlerinde de uygulanmıştır. Anavatan Partisi tek başına iktidar olmayı başarmış, Turgut Özal yeni hükümeti kurmuştur. Kurulan hükümetin ömrü yaklaşık 4 yıl sürmüştür.

Özal hükümeti,1983 seçimleri sırasında siyasal İslam’ın tüm desteğini yanına aldı. Seçime girmesine izin verilen partiler içinde, siyasal İslam’ın oylarının gidebileceği başka bir partinin olmaması, Özal’ın partisinin önünü açmıştır. Artık siyasal İslam, Özal’ın Anavatan Partisi’nin içinde tam anlamıyla devletle bütünleşmişti. Özal, partisinin kadrolarını oluştururken de İslam’ın eğilimlerini dikkate almış ve İslami çevreler tarafından lider olarak görülen politikacıları da etrafına toplamıştı.

1987 Seçimleri… 

1987 yılında yapılan referandum ile birlikte eski siyasetçilerin siyaset yasağı kalkmış ve 1987 seçimlerine katılan parti sayısı 7’ye yükselmiştir. Böylelikle, 1980 Darbesi ile siyasi alandan uzaklaştırılan Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş 29 Kasım 1987 genel seçiminden önce partilerinin başına geçmiştir.

İktidar partisi olan Anavatan Partisi referandum sonuçları belli olunca erken genel seçim kararı almıştır. 1987 genel seçiminde, bir önceki seçimde uygulanan çifte barajlı nispi temsil/d’Hondt sisteminin yanı sıra, kontenjan adayı sitemi de uygulanmıştır. Anavatan Partisi oyların yalnızca % 36,3’üyle, 450 koltuktan 292’sini alarak TBMM’de % 64,9 oranında temsil hakkı elde etmiş ve iktidar olmak için gerekli çoğunluğu sağlamıştır.

1987 seçimleri Türkiye’de bugüne kadar uygulanan nispi temsil seçim sistemleri içerisinde en fazla “temsilde adalet” ilkesinin göz ardı edildiği ya da “yönetimde istikrar” ilkesinin vurgulandığı seçimler olmuştur. Buna rağmen, meclise girmeyi sadece 3 siyasi parti başarabilmiştir.

Bu seçimin ardından 2002’ye kadar tek parti hükümeti kuracak bir seçim yaşanmayacaktır. 1987-1991 yılları arasında toplamda 3 hükümetin kurulması, siyasal istikrarsızlık olarak görülse de bu istikrarsızlığın nedeninin uygulanan seçim sisteminden çok Başbakan Turgut ÖZAL’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi görüşü ağırlıktadır.

1991 yılına gelindiğinde, muhalefetin de tepkilerinin etkisiyle, yasama süresi dolmadan yeni bir genel seçim yapılmıştır. Çifte barajlı d’Hondt + kontenjan sistemi son olarak 1991 Genel Seçimleri’nde uygulanmıştır. Ayrıca bu seçimlerde tercihli oy uygulanmıştır. Seçmenler tercihlerini yaparlarken, hem siyasi partilere, hem de milletvekillerine oy vermişlerdir.

Özal dönemi;

Seçim sisteminde Özal, kendi lehinde düzenlemeler yapmıştır. Mutlak çoğunluk sistemlerinde rastlanabilecek şekilde, %36.4 oy alarak, %64.9 oranında sandalye kazanmıştı. Kısacası seçmenin yalnız üçte birinden oy alarak, parlamentoda üçte ikilik bir çoğunluk elde etmişti. Bunu da “nispi temsil” olan bir sistem içinde yapmıştır.

1983 sonrası Özal dönemi liberal ekonomi politikası ile birlikte ilk yıllarda ihracat artışı yaşanmış, Türkiye ekonomisi 1990’lı yıllar boyunca istikrarsız bir büyüme performansı göstermiştir. Enflasyon artışının önüne geçilememiş, iç ve dış borçlar artmıştır. 1989 yılında mali alandaki serbestleşmeyle birlikte ülkede üretken yatırımlar durma noktasına gelmiş, spekülatif sermaye büyümüştür. Ulusal servet dağılımı adaletsiz bir yapı kazanmıştır.

Özal döneminde vergi konusunda gelişmelerin başında 1985’te Katma Değer Vergisi’nin (KDV) kabulü geldi. KDV’nin uygulamaya geçirilmesinin ardından vatandaş, ödediği verginin bir kısmını geri alabilmek için vergi iadesi uygulamasıyla da tanıştı.

Özal, kamu bürokrasisinin merkeziyetçi ve statükocu yapısının bertaraf edilmesine yönelik olarak yeni yerel yönetim birimleri oluşturmuş, bürokrasinin gücünü kırmak için KİT’leri özelleştirilmeye çalışmıştır. Bürokratik geleneği tasfiye ederek otoriter bir mekanizma kurmaya çalışmış, kanun hükmünde kararnameleri de kullanarak başbakanlığı bir hizmet bakanlığına dönüştürmüştür.

Özal, muhafazakar kimliğine rağmen adam kayırma, torpil, rüşvet, patronaj ilişkileri, yolsuzluklar, anayasal kurumlar arası siyasi ve hukuki ilişkiler gibi konularda iktidarının çeşitli zamanlarında gerekli hassasiyeti ve tutarlılığı gösterememiş, zaman zaman bu tür durumları meşru gören/teşvik eden tavır ve davranışlar sergileyebilmişti.

Muzır yasası ile de basın üzerinde önemli sınırlamalar ve kısıtlamalar getirilmiştir. Ara seçimlerin yapıldığı 1989 yılına kadar, ANAP İktidarı döneminde 3000’e yakın gazeteci, yazar ve çevirmen yargılanmış olup, 500’e yakın yayın organı için toplatma kararı verilmişti. Sanatsal eserler üzerinde sansür uygulamaları olmuştur. Birçok ilde valiler sinema filmlerinin gösterimini yasaklama yoluna gitmişlerdir. Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu bu alanda idareye geniş müdahale yetkileri tanımıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlüğü de 1983 tarihli yasayla oldukça daraltılmıştır.

Özal döneminde, hak ve özgürlükler sınırlı olmuştur. Özal liberal düşünceyi benimsese de Özal’ın gerek parti içinde gerekse de parti dışındaki tutum ve davranışları demokratik olmamıştır. Özal’ın başbakanlığı döneminde ANAP örgütü, başkan ve yöneticilerinin de büyük bir çoğunluğu ANAP’ın partileşemediğinden yakınmıştır. Özal, parti içinde çok sesliliğe, farklı fikirlere açık olmamıştır. Hükümet çoğunluğun kararına göre değil de, Özal’ın kararına göre yönetilmiştir. Ülkede demokrasi, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü olmadığı gibi parti içinde de demokratik bir ortam olmamıştır. 

Özal, Türkiye’nin önünü açacak değişimlerinden en önemlisini “Başkanlık Sistemi” olarak görüyordu.

Türkiye’nin gelişmesi için “Amerikan modelini benimseyen Özal dış politikada da ABD ile birlikteliği samimi olarak savunmuştur. Özal’ın Amerika’ya olan hayranlığı siyasi görüşlerini büyük ölçüde şekillendirmiştir.” Özal’a göre, ABD’nin başarısının ardında ekonomik ve siyasi özgürlükler ve Osmanlı İmparatorluğu benzeri çok kültürlülüğü yatmaktadır.

Özal, Türkiye’nin Körfez savaşı politikalarını belirleyici en önemli aktör olmuştur. Cumhurbaşkanlığı makamına geldiğinde kendisine sadık Yıldırım Akbulut‘u başa getirmiş hükümet onay makamına dönüşmüştür. Özal Körfez krizini fırsat görüyor, “bir koyacağız üç alcağız diyor” manşetler Güçlü Türkiye Korkusu diye atılıyor, Osmanlıcılık hayalleri süsleniyordu. Özal askerin sınır ötesi için hazır bulunmasını isteyecek Genel Kurmay Başkanı Necip Torumtay kabul etmeyecekti. Demokratikleşme adımları ordunun siyasetteki etkilerini azaltmıştı. Irak savaşına müdahil olma tartışmalarının yaşandığı dönemde temkinli bir siyasetten yana olan Başbakan Yıldırım Akbulut, Dışişleri Bakanı Ali Bozer ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay ile karşı karşıya kaldı. Özal’ın tutumuna tepki gösteren Dışişleri Bakanı Ali Bozer, Milli Savunma Bakanı Safa Giray ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay görevlerinden istifa ettiler. Ayrıca Özal’ın uygulamak istediği aktif siyaset muhalefet, kamuoyu, ANAP içindeki bölünme, Genelkurmay ve Dışişlerindeki Geleneksel Bürokrasiden gelen direnç Özal’ın manevra alanını kısıtladı.

Turgut Özal, Bush yönetiminin kararını destekleyerek, Irak’a karşı saldırı amacıyla Türk Hava sahası ve İncirlik Üssü’nün kullanılmasına izin verdi. Türkiye, Körfez Savaşı’na fiili olarak katılmadı. Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattını kapatılması, Irak’a uygulanan BM ambargosu sonucu, Türkiye 40-45 Milyar dolar kaybı olacaktı…

Kuzey Irak sorunu ortaya çıkması daha sonra “Çekiç Güç” adı altında silahlı bir güç oluşarak Türkiye’ye yerleşmiş ve PKK terörizminin şiddetlenmesine yol açmıştır. 1990 yılında Körfez Krizi’nin yaşanması, 1991 yılı erken seçimlerin yarattığı belirsizlik sonucu, olası bir döviz krizi beklentisi, Merkez Bankası ile Hazine arasında ilişkiler sağlam temellere oturtulamaması, Merkez Bankasını olumsuz etkilemiş ve 1980’den bu yana uygulanan politikaların boşa çıkmasına, Türk Bankacılık Sistemi’nin sarsılmasına, uluslararası alanda elde edilen kredibilitenin azalmasına ve 1994 krizinin meydana gelmesine neden olmuştur…

1991 Seçimleri…

1987’de olduğu gibi 20 Ekim 1991 genel seçiminde de çift barajlı d’Hondt ve kontenjan sistemi uygulanmıştır. Bu seçim için hazırlanan yeni yasada ülke genelindeki %10’luk genel seçim barajı korunurken, seçim çevrelerindeki barajlar yine değiştirilmiştir. Buna göre, iki, üç ve dört milletvekili çıkaran seçim çevrelerindeki baraj % 25 beş ve altı milletvekili çıkaran çevrelerdeki baraj % 20 olarak belirlenmiştir. 1987 seçiminde getirilen kontenjan milletvekili uygulaması ise bu dönem korunmuştur. DYP (%27), ANAP (%24), SHP (%20.8), RP (%16.9), DSP (%10.8) oy almıştır. 

1987’den sonra ikinci genel seçimi de 1991’de bir ‘erken seçim’ olarak yaşamıştır. 1991 seçimlerinde uygulanan % 10 ülke barajına takılan bazı küçük partiler bu seçimlerde de parlamento dışı kalmamak için seçim öncesinde ittifaklar kurmuşlardır. Bundan hareketle Milliyetçi Çalışma Partisi, Islahatçı Demokrasi Partisi ve Refah Partisi, Refah Partisi çatısı altında ittifak yaparken; Doğru Yol Partisi ile Demokrat Merkez Partisi ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti ile Halkın Emek Partisi de ittifak oluşturmuşlardır.

1995 Seçimleri…

1995 seçimleri öncesinde uygulanmakta olan gerek kontenjan uygulamaları gerekse seçim çevresi barajları yürürlükten kaldırılarak, yalnızca ülke barajın esas alındığı bir sisteme dönülmüştür.

17 Nisan 1993 tarihinde Turgut Özal’ın beklenmedik ölümü ile dönemin Başbakanı Demirel Cumhurbaşkanı olmuştur. Bunun üzerine Tansu Çiller Hükümeti kurularak SHP ile koalisyona devam edilmiştir. Seçim sonucu hiçbir parti tek başına hükümeti kurabilecek sayıda milletvekilliği kazanamazken bu genel seçimde çevre barajı uygulanmadığı için 1983, 1987 ve 1991 genel seçimlerine göre temsilde adalet daha iyi sağlanmış ancak koalisyonlar dönemi devam etmiştir.

1995 genel seçiminin ertesinde kurulan Mesut Yılmaz liderliğindeki DYP-ANAP hükümeti; kabinede yer almayan Doğru Yol Partisi lideri Tansu Çiller’e dönük Anavatan Partisi kaynaklı meclis araştırma önergeleri üzerine, kısa sürede dağılmıştır. Ardından oluşturulan REFAH-YOL Hükümeti ülkeyi 28 Şubat sürecine götüren gerginliklere yol açmıştır.

28 Şubat sürecinden sonra REFAH-YOL Hükümeti yıkılmış ve 1997 yılı ortasında, Cumhuriyet Halk Partisi’nin dışarıdan desteği ile Anavatan Partisi ve Demokratik Sol Parti’nin bir araya gelmesi sonucu ANA-SOL-D Hükümeti kurulmuştur.

Hükümet ortağı olan Yılmaz’ın adının bir yolsuzlukta geçmesi sonucu Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Baykal hükümete dışarıdan verdiği desteğini geri çekmiş ve böylece ANASOL-D dağılmıştır. Bunun üzerine, TBMM’ye 4. sıradan girebilen DSP Lideri Ecevit liderliğinde memleketi seçime götürmek üzere azınlık hükümeti kurulmuştur.

Bu seçimde, 1995 seçiminde olduğu gibi, %10’luk ülke barajlı nispi temsil/d’Hondt sistemi uygulanmıştır. Bu seçimler sonucunda sırasıyla ANAYOL, REFAHYOL ve ANASOL –D hükümetleri kuruldu.

1999 Seçimleri…

Terörist elebaşı Öcalan’ın yurda getirilmesinin de etkisi ile seçmen Demokratik Sol Parti’yi birinci parti olarak meclise taşımıştır. Milliyetçi Hareket Partisini ikinci parti yapmıştır. Oy dağılımları, DSP (%22,19), MHP (%17,98), FP (%15,41), ANAP (%13,22), DYP (%12,01), CHP (%8,71) olmuştur.

1999 Genel seçimlerinden sonra oluşturulan üç parçalı (DSP-MHP-ANAP) koalisyon hükümeti 3 yıl boyunca ülkeyi yönetti. İlk defa Türk siyasal yaşamında bir uzlaşma ortamı oluşturulmuştu. Ağır ekonomik sorunlar vardı… 

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasındaki anasaya kitapçığı fırlatma olayı sonrası oluşan 2001 krizine çare IMF’de aranmıştır. Dünya Bankası Başkan Yardımcılarından Kemal Derviş, Türkiye’ye getirilmiş ve ekonomiden sorumlu devlet bakanlığı görevi verilmişti. Kemal Derviş’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” yürürlüğe girmiş ve olumlu etkileri görülmüştür. Kanunların en temel özellikleri ise özelleştirmeler ve rekabetin arttırılması olmuştur. (AKP tek başına iktidara geldiğinde politikaların asıl uygulayıcısı olacaktır.)

ABD, Irak’a operasyon  yapmak Saddam Hüseyin’i devirmek istiyordu. 15 Ocak 2002’de Washington’a yapılan ziyarette Başkan Bush’la görüşen Başbakan Ecevit, Irak’a yapılması planlanan operasyonu uygun bulmayarak bunun bölgede parçalanma ve istikrarsızlığa yol açacağını düşünüyordu…

Başbakan Ecevit’in aniden rahatsızlanması sonucu sağlık durumu medyada sistematik şekilde haberleştiriliyor, başbakanın istifa etmesi gerektiği haberleri yayılıyordu. Sağlık durumu ile ilgili gelişmeler sonucu Mayıs 2002’de Ecevit’in yattığı hastanede yapılan liderler zirvesinden, “Erken seçim yok” kararı çıkmıştı.

“Dokuzlar” olarak adlandıran DSP’li 9 milletvekili, 25 Haziran’da bir bildiri yayınlayarak, “Ecevitler öncülüğünde Ecevitsiz yaşama geçilmesini” istediler.

ABD’nin Truva Atı denilen Derviş erken seçim istiyordu. Derviş destekli oluşum DSP içinden YTP partisini kurdu vekillerin çoğu buraya geçince DSP mecliste dördüncü parti oldu.

Başbakan Ecevit “Ekonominin yapısını ve temellerini düzeltecek şekilde adımlar attık. Tam bunların sonuçlarını alacak duruma geldiğimizde erken seçim gündeme getirildi” Oysa koalisyon ortağı partiler “erken seçime gerek yok” demişti…

AKP Genel Başkanı Erdoğan, “Ecevit, başbakanlıktan istifa etmesi gerektiğini… seçimlerin 2003 kalmaması, 2002’nin en geç Ekim, Kasım bilemediğiniz Aralık ayında erken seçim, acil seçim yapılmalıdır” diyordu.

Liderler zirvesinden seçim yok kararın arkasından iki ay dolmadan Bahçeli ‘erken seçim’ çağrısı yaptı ve 3 Kasım 2002’de seçim yapılmasını istedi.

Yüzde 10 ülke barajlı d’Hont sistemi uygulanan 3 Kasım 2002’deki genel seçimde tesadüf şekilde DP %9,54 kaldı. MHP %8,36 Genç Parti %7,25 ANAP %5,13 oy almaları ve Genç Partinin seçime girip merkez sağ denen partilerin oylarını bölmesi AKP’ye yaramış, oyların yüzde 34,3’ünü alarak kazandığı 363 milletvekilliği ile tek başına iktidara gelmiştir. ANAP ve DSP gibi MHP de baraj altında kaldı. AKP’de 8 Kasım 2002’de Abdullah Gül 58. hükümeti kurmasıyla 57. hükümet sona erdi.

Seçim gecesindeki basın toplantısında Bahçeli, “Bu sonuç MHP açısından beklenen bir durum değildir. MHP Genel Başkanı olarak sorumluluk şahsıma aittir” dedi ve olağanüstü kurultayda görevi bırakacağını açıkladı. Seçimi kaybeden liderler gitmeli diyen Bahçeli, Çiller ve Mesut Yılmaza mesaj gönderdi. Çiller ve Yılmaz partilerinden istifa ederken Bahçeli partisinin bir sonraki kongresinde yeniden aday olmuş ve kararını geri çekmişti

Hatırlanacağı üzere  90 yıllar suikastlar dönemi Uğur Mumcu bombalı suikast saldırısı, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Turan Dursun, Ahmet Taner kışlalı gibi isimlerin suikastlarla öldürülmeleri, Sivas Olayların yaşanması ardından Başbağlar Katliamı, Gazi Mahallesi olayları, Susurluk kazası, Kardak krizi ve 17 Ağustos depremi gibi olaylar yaşanmıştır. (17 Ağustos depreminden sonra uzun süre iktidarda kalan AKP siyaseti deprem tehlikesine karşı yeterli çalışma yapmaması, vatandaş odaklı atılımlardan uzak durması, rant üzerine sistemin kurulması ki son dönemlerde en belirgin örneği Kanal İstanbul ısrarının devam etmesidir. Gerçek olan 17 Ağustos depreminden dersler çıkaramadığımızdır. Gerçekleşmesi beklenen büyük İstanbul-Marmara depremi sonrası ciddi can ve mal kaybı yaşanacak olmasıdır.)

İlginç tesadüfler ise Ecevit’in 1. parti olduğu dönemler, Türkiye’de krizlerin eksik olmamasıdır. Bu süreç, ABD politikalarının zora girdiği ya da yeni projelerin geliştiği dönemlere denk gelmesi, Türkiye’de ise siyasi ve ekonomi istikrarsızlıklar yaşanması, koalisyon hükümetlerin kurulamaması, yıkılması gözükmektedir. Türkiye’de istikrar politikaları, ABD eksenli ekonomi ve siyasi politikalarla yakalanmaya çalışılmasıdır. 

CHP’li Ecevit’in olduğu dönemlere 1973-1977’de CHP 1. parti çıkmasına rağmen seçim sisteminin etkisi ve koalisyon anlaşmazlıkları dünyada ve Türkiye’de yaşanan ekonomik krizler, siyasi çatışmalar, o dönem Türkiye’de istikrar sağlanamadı ve 12 Eylül yaşandı… Sonuç olarak 24 Ocak Kararları yaptırımlarının uygulanması, Özal siyasetinin iktidara gelmesi ile bir dönem istikrar yakalanmıştı. ABD eksenli iç ve dış politika adımları o dönemde ağırlık kazanmıştı…

Terörist elebaşının yakalanıp Türkiye’ye gelmesinin etkisi ile 1999 Seçimlerinde Ecevit’in DSP’si 1. parti olacak mecliste ekonomi ve siyasi istikrar sağlanması adına adımlar atılacak bunda başarılı olunsa da Ecevit hükümetinin, ABD politikalarına uzak durması, 2001 krizi yaşanması, Derviş’in gelmesi ile DSP parçalatılıyor, koalisyon hükümeti dağıtılıyordu. Bahçelinin erken seçim çağrısı ile erken seçime gidilip bir dönem daha kapanacaktı…

Ecevit’li dönemlerde krizler meydana geliyor. Krizlerin aşılması ANAP ve AKP gibi siyasal islamcı partilerin tek başına iktidara gelmeleri ile çözülüyor.  Bu iki parti ABD’nin iç ve dış politikaları doğrultusunda uyguladıkları politikalarla sözde siyasi istikrarı sağlıyordu… Irak’ın bölünme politikaları 1991‘den beri devam etmiş 2000’lerde Ortadoğu politikaları tekrardan şekillenmiş, 11 Eylül 2001 olayları, 2003 BOP doğrultusunda Irak işgali ve Arap baharı altında projler devam etmektedir…

AKP’nin iktidara gelmesi ile ABD eksenli politikalar hız kazanacaktı… Hatırlanacağı üzere ABD, ikinci Irak işgali öncesi 1 Mart tezkerenin geçmemesi, ardından yaşanan çuval olayı misilleme olarak değerlendirilmiş, Türkiye istenen tepkiyi verememişti. AKP, 2004 Kıbrıs Annan Planı referandumlarında tek Kıbrıs politikasını desteklemiş “Yes be annem” manşetleri attırılmıştı. (70 sente muhtaç olduğumuz dönemlerde bile Ecevit ile 1974’te Kıbrıs’a çıkmıştık) 2005 AB müzakere süreci hız kazandı. Açılım süreçleri başlamıştı. Askeri vesayet devam ediyor denilerek orduya Ergenekon, Balyoz operasyonları yapıldı. Türkiye demokratikleşiyordu… 

15 Temmuz sonrası AKP’li yıllarda tekrardan sistem tartışmaları açılıyor… Bahçeli’nin başkanlık çıkışıyla yeni sistem tartışmaları başlıyordu.

AKP’nin 316 milletvekili tarafından imzalandıktan sonra 21 maddelik anayasa değişiklik teklifi TBMM’ye gönderildi. Meclis Anayasa Komisyonunda görüşmelere başlandı. 20 Ocak 2017’de beşte üç oy sayısı 330’u aşarak 339 oy toplayan anayasa değişikliği teklifi meclisten geçerek referandum kararı verildi.

16 Nisan 2017’de gerçekleşen halk oylamasında Evet %51,41 çıkarak “Atı alanın Üsküdar’ı geçtiği” seçim sonucu gerçekleşti. Kimsenin ne olduğunu bilmediği adının Türk tipi dendiği Tek adam rejimine (CHS) geçildi.

Sonuç olarak; Koalisyon ortaklı hükümetlerde yönetiminde de krizler oluş(turul)muş, uzlaşmalar sağlanamamış yaşanan krizlerin, çatışmaların sonucunda halk sosyal refah düzeyine ulaşamamıştır… Emperyal politikaların daha rahat uygulanacağı ortam tek parti dönemlerinde daha kolay sağlanıyordu… Çok partili dönemde, tek parti olarak iktidar gelenler kendilerini devlet yerine koymuş, gelenek AKP döneminde devam etmiş iktidardan uzaklaşmamak adına kendi çıkarları doğrultusunda siyaset üretmişlerdir… Tek parti dönemlerde de sosyal refah düzeyi sağlanamadığı gibi ideolojik yaklaşımlar doğrultusunda devletin yapısı ve teamülleri değiştiriliyordu… 

AKP’li yıllara kadar tek partili ve koalisyon dönemleri;

TEK PARTİ DÖNEMLERİ
DP (1950-1954-1957), AP (1965,1969), ANAP (1983,1987)

KOALİSYON DÖNEMLERİ
CHP (1961), CHP (1973,1977), DYP (1991), RP (1995), DSP (1999)  

Devamı..
PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİNE GEÇİŞ SÜRECİ -5

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu