Türkiye’de Uygulanan Seçim Sistemlerinin Siyasal Hayata Etkileri ve Sonuçları -1
Osmanlı Anayasal Gelişmeleri ve 1946 Yılına Kadar Seçim Süreci -1
Osmanlı Anayasal Gelişmeleri ve 1946 Yılına Kadar Seçim Süreci -1
Türkiye’de çok partili hayata geçtiğimizden beri neredeyse her seçim dönemi sistem değişiklikleri üzerine tartışmalar olmuştur. Bununla birlikte iktidara gelen partilerin uygulamaları ayrı tartışma konusu oluşturmuştur.
Türkiye’de tek parti olarak iktidara gelenler kendilerini devlet yerine koymuşlar ve de iktidardan uzaklaşmamak adına kendi çıkarları doğrultusunda siyaset üretmişlerdir. Tek partili ve koalisyon ortaklı hükümetlerin yönetiminde de krizler oluşmuş, demokrasi çıkmazı yaşanmıştır.
Muhalefet partiler bu sürecin neresindeydi?
Bugünlerde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi üzerine tartışmalar sürmektedir. Muhalefet, Türkiye’nin güçlendirilmiş parlamento sistemine geçilmesini istiyor. AKP ile MHP ise şimdilik revizeli Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin sürmesinden yana.
Türk siyasi tarihimizde uygulanan seçim sistemlerini ve siyasal hayata olan etkileri hatırlatmak için Osmanlı Devleti’nde anayasal gelişmelerden başlayarak günümüzdeki CHS sistemine kadar olan süreç, yazı dizisi olarak ele alınmıştır.
Seçim Sistemi Belirlemede İstikrar ya da Adalet Arayışı
Temsilde adalet ve siyasal istikrar. Her seçim sistemi bu iki temel hedefi gözetmek durumundadır. Ancak uygulamada, bu iki temel hedefin, birbiriyle çelişen nitelikleri nedeniyle, bütünüyle gerçekleştirilmesi mümkün olmaz.
Genel olarak çoğunluk sistemlerinin “istikrar” unsuruna öncelik tanıdığı, buna mukabil nispi temsil sistemlerinin “temsilde adalet” ilkesini öne çıkardığı söylenebilir.
Bilindiği gibi demokratik siyasal rejime gelinceye kadar, insanlık tarihi monarşik, aristokratik, oligarşik, tiranlık gibi birbirinden farklı yönetim anlayışlarına sahip olmuştur.
Genelde genel oy hakkı dünyada yaygınlaşmadan önce kısıtlamalar servete, vergiye, öğrenim durumuna, cinsiyete ve ırk ayrımına göre çeşitlilikler göstermiştir.
Demokratik yönetim anlayışına sahip ülkelerde genel oy, eşit oy, seçimlerin serbestliği, tek dereceli seçim, oyun gizliliği, açık sayım ve döküm, seçimlerin yönetim ve denetimi gibi demokratik seçim ilkelerinin tam anlamıyla kabulü uzun siyasi mücadeleler sonucunda gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Günümüzde seçimin hem bir hak hem de bir vatandaşlık görevi olduğu artık tüm demokratik ülkelerde kabul görmüş bir görüştür.
Osmanlı Devletinde, ilk anayasal metin olarak kabul edilen Sened-i İttifak’a kadar olan süreçte, birtakım belgeler aracılığıyla iktidarın sınırlandırılması gayretini gösteren çabalar ortaya konmuştur. Bu belgelerden birisi, 1807 yılında ilan olunan, Şer’i Hüccettir. Osmanlı ilk anayasasının hazırlanması sürecinde çok önemli bir niteliğe sahiptir. Belge, gerek ferman biçiminde sunumu gerekse de ilk defa siyasal anlamda padişahın yetkilerinde sınırlandırma teklif etmiş olması nedeniyle, her ne kadar yürürlülük ve uygulama alanı bulamamış olsa da, kendisinden sonra yapılacak olan anayasacılık faaliyetlerine bir yol gösterici olma niteliğindedir.
Osmanlı-Türk anayasa hukuku açısından ilk önemli ürünü, Sened-i İttifak adlı belgelerin ortaya çıkmasıdır. Sened-i ittifak bir anayasa olarak nitelendirilemese de, anayasacılığın temel amacı olan temel hak ve özgürlükler lehine iktidarın sınırlanması amacına tek yanlı iradeyle de olsa hizmet eden bir belge olarak nitelendirilebilir. Osmanlı tarihinin gerçek anlamda ilk anayasal metni 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayun’dur. İktidarın kendi kendisini yasayla sınırlamasını benimsemekle kalmamış kurallarla yönetim ve eşitlik ilkesini de benimsemiştir.
1856 Islahat fermanı Osmanlı anayasacılık hareketinin üç önemli adımında biri olarak kabul edilmektedir. 1856 Fermanı ise gayrimüslimler için anayasal hakların başlangıcı olmuştur. Bu ferman, daha sonraki yıllarda bir bakıma gayrimüslimlerin milli bağımsızlığını elde edebilmeleri için manifesto niteliğinde bir işlem görmüştür. Nitekim Rumeli’de yaşayan gayrimüslimler kısa süre sonra birbiri ardına isyan etmeye başladılar, çok geçmeden de Müslüman halkın büyük tepkisi ile karşılaşmışlardır. Avrupalı ülkelerin temsilcileri, 1856 Islahatını yeterli bulmamışlardır. Sonuç olarak, Islahat Fermanı, Sened-i İttifak ile başlayan, Tanzimat Fermanı ile devam eden Osmanlı anayasacılık hareketleri içinde atılmış önemli bir adımdır.
23 Aralık 1876 tarihi Osmanlı Devleti’nde anayasal yönetime girişin başlangıcıdır. Ahmet Mithat Paşa’nın gayretleri ile ulema, asker ve mülkiye memurlarından oluşan otuz bir kişilik bir komisyon 1831 Belçika ve 1875 Fransız Anayasalarından esinlenerek bir anayasa tasarısı hazırladı. İlk Anayasa olan Kanun-i Esasi, 23 Aralık 1876 tarihinde Abdülhamit tarafından onaylanıp ilan edilmiştir. Parlamentolu yaşam iki yıl kadar sürecek, bunu otuz yılı aşan bir istibdat dönemi izleyecektir.
Osmanlı Meclisi’nin yaptığı 1877 tarihli İntihab-ı Mebusan Kanunu tarihimizin ilk seçim kanunudur. Osmanlı Döneminde ilk seçim 1877 yılında yapılmış, imparatorluğun son seçimleri 1919’da gerçekleşmiştir. Bu iki seçim arası dört Genel Seçim daha yaşanmış bulunmaktadır.
İlk seçimlerde yalnız erkeklere seçme hakkı tanınmıştır. Ancak, aynı zamanda oy kullanma yetkisi için başka koşullar da aranmıştır. Belli bir servete sahip olma ya da vergi veriyor olma koşulları gibi sınırlı oy esası uygulanmıştır. Genel oy esasına dayandırılmamış olmasına karşın, ilk defa seçime gidilmesi ilerici bir tutum olarak görülebilir.
İntihab-ı Mebusan Kanun-ı Muvakkatı’na göre Osmanlı İmparatorluğu’nda seçimler iki dereceli yapılmış, her iki şamada da çoğunluk sistemi uygulanmıştır. 34 yıl boyunca yürürlükte kalmış, 1908, 1912. 1914, ve 1918 seçimlerinde uygulanmıştır.
1919 Seçimleri ve Son Osmanlı Mebusan Meclisi
Osmanlı döneminin son genel seçimi Aralık 1919’da yapıldı. Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış Ülkenin bir kısmı fiilen işgal edilmişti. İzmir’i Yunan ordusunun işgal etmesi üzerine İzmir’de seçim yapılamadı. Adana’da da seçimler yapılamamıştır.
Seçimleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderlik ettiği Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adayları ezici bir çoğunlukla kazandılar. Seçimler sonrası oluşan Son Osmanlı Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920 tarihinde ilk toplantısını yapmıştır.
Misak-ı Milliyi (Ahd-ı Milli) 22 Ocak 1920 tarihli gizli oturumunda ele almış, 28 Ocak’da meclisin açık oturumunda kabul etmiştir. Bu karar 17 Şubat 1920 tarihinde yayınlanmıştır. Bu kararın yayınlanması Meclisin sonunu hazırlamış, İstanbul 16 Mart’ta resmen işgal edilmiştir. Meclis-i Mebusan 11 Nisan 1920 tarihinde Padişah tarafından kapatılmıştır.
CUMHURİYET DÖNEMİ ANAYASAL GELİŞMELER
Osmanlı-Türk Anayasa tarihi açısından ikinci dönem olarak adlandırabileceğimiz, yeni devlet dönemi anayasaları, anayasacılık tarihimiz açısından oldukça önemlidir. Önemi, Osmanlı Hukuku ve dolayısıyla İslam Hukuku ile keskin ayrışmaların yaşandığı, yeni bir devlet ve hukuk mantığının oluştuğu yeni bir dönemin başlangıcı olmasındandır.
Vilayetlere, Bağımsız Livalara ve Kolordu Komutanlıklarına Heyeti Temsiliye adına Mustafa Kemal tarafından gönderilen 19 Mart 1920 tarihli Tebliğ uyarınca ilk milletvekilli seçimi gerçekleşmiştir. Feshedilmiş olan son Osmanlı Meclisi Mebusan’ın bazı üyelerinin de katılımı ile 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanmış ve böylece 1. dönem çalışmaları başlamıştır.
1921 TEŞKİLAT-I ESASİYE KANUNU
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya savaşı neticesinde mağlup olması ve akabinde gelişen devlet topraklarının işgal altına alınması durumu, resmen yürürlükte olan 1876 Anayasasını fiilen geçersiz hale getirmiş olduğu için, yeni bir temel örgütlenme yasasına ihtiyaç duyulmuştur. İşte bu ihtiyaca binaen 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu çıkartılması gündeme gelmiştir.
Ülkenin içinde bulunduğu savaş ortamı ve milli mücadele süreci, yeni inşa edilmeye çalışılan ulus devlet sisteminde devlet örgütlenmesini ve iktidar şartlarını gösteren yeni bir anayasanın varlığını zorunlu kılıyordu. Bu bağlamda yapılan ilk çalışma olan, “Büyük Millet Meclisinin Şekil ve Mahiyetine Dair Mevad-ı Kanuniye” adlı kanun çalışması meclis tarafından red olunmuştur.
Daha sonrasında, İcra Vekilleri Heyeti tarafından hazırlanan diğer bir taslak metin olan “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Layihası” Meclis gündeminde tartışılmış ve yeni anayasa metni olarak kabulü için bir tasarı olarak kabul edilmiştir. Bu tasarı metni ile ilgili olarak, yapılan bir anayasa taslağı mı, yoksa sadece hükümet bildirisi mi tartışmalarından sonra, 20 Ocak 1921 yılında Teşkilat-ı Esasiye kabul edilmiştir. 20 Ocak 1921 tarihli ilk Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, Türkiye’nin ilk anayasasıdır. Çok kısa bir süre yürürlükte kalan bu anayasayla meclis hükümeti sistemi benimsenmiştir.
Meclis hükümeti sistemi her şeyden önce ulusal bağımsızlık savaşı boyunca uygulanmış ve başarı kazanmış bir sistemdir. 1921 anayasası, 1923 yılında yapılan değişikliklerle parlamenter sisteme doğru kaymıştır. Devletin şekli Cumhuriyettir denmiş ve cumhurbaşkanının seçimi hükme bağlanmıştır. 12. madde ile de hükümetin kuruluş biçimi düzenlenmiş ve anayasanın daha önceden kabul ettiği bakanların tek tek TBMM tarafından seçilmesi yöntemi terk edilerek parlamenter hükümet sisteminin tanımına uygun bir hükümet kurma yöntemi kabul edilmiştir.
1921 Teşkilat-ı Esasi’nin Yapısı
Teşkilat- Esasi ile gelen yenilikler bakımından, en önemli değişiklik, egemenliğin kaynağının belirtilme şeklindedir. Kanuni Esasi’yi resmen yürürlükten kaldırmamış fakat ondan çok farklı emellerle dayanan yeni bir Türk Devleti kurmuştur. Yeni ulus devlet düzeninin bu ilk anayasasında, egemenlik kayıtsız şartsız ulusa devredilmiş olmakla beraber, milli egemenlik ilkesinin getirildiği deklare edilmiş olmaktadır.
1923 seçimleri ve 1924 Anayasası
1923 seçimleri ise İntihab-ı Mebusan Kanun-ı Muvakkatı uyarınca iki dereceli olarak gerçekleştirilmiştir. 2. Dönem TBMM 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti kabul ve ilan etmiştir. Aynı Meclis, Anayasayı da değiştirmiş 1924 Anayasasını hazırlamış ve yürürlüğe koymuştur. Kanuni Esasi’ ve 1921 Anayasalarını yürürlükten kaldırarak iki anayasalı duruma son vermiştir. Anayasanın 1. maddesi “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” demektedir. Bu hükümle devletin yönetim şeklinin “Cumhuriyet rejimi olduğu” belirtilerek, ülkeyi idare edeceklerin ancak seçim yoluyla bu hakkı elde edebilecekleri kabul edilmiştir. 1924 Anayasası, anayasanın üstünlüğü ilkesini kabul etmiştir. 1924 Anayasası 3. maddesinde “hâkimiyet kayıtsız milletindir” denilmektedir. Bu hükümle anayasa millet egemenliğini kabul etmiştir.
1924 Anayasası hükümleri itibariyle meclis hükümeti sistemi ile parlamenter sistem arasında karma bir hükümet sistemidir. Güçler birliği ilkesi uyarınca, özellikle yasama ve yürütme güçlerini bünyesinde toplayan meclis hükümeti sistemi, Yeni Türk Devletini ve Cumhuriyeti kuran bir sistemdir. Bu nedenle güçler birliği ilkesinden ve meclis hükümeti sisteminden ayrılması düşünülemezdi. Buna karşılık, yürütme yetkisinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından kullanılması, meclisin hükümeti denetleyip gerektiğinde düşürebilmesi, onu parlamenter sisteme yaklaştıran özellikler olmuştur.
Uygulamada ise, CHP döneminde parlamentonun yürütmeye üstünlüğü söz konusu iken, 1950’den sonra çok partili dönemde Demokrat Partinin meclise hakim olması, bu üstünlüğün ve gücün yürütmeye geçmesine neden olmuştur.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün demokrasi anlayışı milli egemenlik ilkesinde belirginleşmektedir. Milli egemenlik ilkesini millete mal etmek isteyen ilk Türk lideridir. O’nun bu ilkesi Cumhuriyet rejimiyle şekillenmiştir. Türk milleti için en uygun yönetim şeklinin çok partili sisteme dayalı cumhuriyet ve demokrasi anlayışı olduğunu herkesten çok iyi biliyordu.
Mustafa Kemal Atatürk isteği doğrultusunda çok partili demokratik hayata geçiş için başlatılan girişimler de (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Şeyh Sait İsyanı), olumsuz sonuçlanmıştır. 1929 başlayan ve 1930’lu yıllarda etkisini daha çok hissettiren Dünya Ekonomik Bunalımı yeni Türkiye’yi etkiledi. Mustafa Kemal Atatürk, ekonomik sıkıntılar sonucunda baş gösteren huzursuzluğun çözümünün yeniden çok partili siyasal hayata geçmekle bulunabileceğini düşündü Serbest Cumhuriyet Fırkası kurdurtmuştur. Fakat bu girişimde uzun süreli olmamış Fırka’nın yaşanan sıkıntılar, siyasi gelişmeler ve devrim karşıtların SCF içinde örgütlenmesi sonucu Fethi Okyar’ın isteği doğrultusunda parti kapatılmıştır.
Nitekim Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapanmasının hemen ardından laik hukuk düzenine ve Cumhuriyete karşı çıkarılan gerici bir ayaklanma “Menemen Olayı” henüz çok partili demokratik hayata geçişin erken olduğunu ispatlayacaktır.
SCF kurulması ile başka partilerde çıkmıştır. Edirne’de T.C. Amele partisi ve Adana’da Ahali Cumhuriyet Fırkası kuruldu. 1930’larda parti sayısı 4’e çıktı. Ahali Cumhuriyet Partisi Bakanlar Kurulu kararıyla, T.C. Amele partisi de kendi isteğiyle kapanınca 1931’de yeniden tek partili sisteme dönülmüştür.
1876 Anayasası döneminde seçmen ya da milletvekili olmak için vergi veriyor olma şartının kaldırılması 1923 yılında terkedilmiştir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması gibi olumlu gelişmeler sağlanmıştır. Türkiye’de genel oy ilkesinin tümüyle yerleştiği kabul edilebilmektedir.
Cumhuriyet Türkiye’sinde 1946’ya kadar süreçte 1923, 1927, 1931, 1935, ve 1943 yıllarında seçimler yaşanmıştır.
VI. TBMM döneminde, Cumhuriyet tarihimizin ilk seçim yasası çıkarılmıştır. 1942 yılında kabul edilen 4320 sayılı seçim yasası, genel nitelikleriyle, İntihab-ı Mebusanídan çok farklılıklar içermese de Cumhuriyetin ilk seçim yasası olması bakımından önemlidir.
Çok partili dönem sonrası demokrasi anlayışı farklılıklar gösterecek devletin değerleri sarsılacak, kendini sağ kökenli olarak konumlandıranlar başta Demokrat Parti ve diğer siyasi partiler iktidara geldiklerinde mevcut iktidarlarını korumak için sadece seçim sistemlerini değiştirmekle kalmayıp dinin siyasete alet edilmesini çekinmeyeceklerdir. Bu siyasi anlayış, ülkenin demokrasisinde ve gelişiminde önemli çıkmazlar yaratacaktır…
Devamı…
1946-1960 ÇOK PARTİLİ DÖNEMİN TEK PARTİSİ DEMOKRAT PARTİ SİYASAL UYGULAMALARI VE SEÇİMLER -2