Mustafa Kemal Paşa’nın milli mücadele yönündeki çalışmalarını sezinleyen İstanbul Hükümeti, O’nu daha Samsun’a çıktıktan bir ay geçmeden 8 Haziran 1919’da İstanbul’a çağırmıştı. Paşa ise onları oyalayarak Erzurum’a geçmişti. Yerel nitelikteki Erzurum Kongresi’nin hazırlıkları için 3 Temmuz’da şehre gelen Mustafa Kemal Paşa, Müdafaai Hukuk cemiyetlerini biraraya getirmeyi fikrindeydi.
İzlenecek yol hususunda komutanlarla ve idarecilerle yaptığı toplantıda şu üç fikrin çarpıştığını belirtmişti:
“a) Galip devletlerle harp edemeyeceğimize göre uysal, fedakar ve uyuşkan hareket etmek.
b) Padişahın etrafında toplanmak ve düvel-i muhasamanın [düşman devletlerin] padişah ve halife için hükümranlık hakkı tanıyacağı bölgede Osmanlı devletini idame etmeye gayret eylemek.
c) Osmanlı devletinin taksimi mukarrer olduğuna göre, ırk ve bölge hususiyetlerine ehemmiyet vermek ve bu imkandan faydalanarak mevzii kurtuluş çareleri aramak.”[1]
Oysa O’nun çözümü “Hakimiyet-i Milliyeye müstenid bilakaydü şart müstakil bir Türk Devleti teşkil etmek ve bu hedefe behemehal [kesinlikle] vasıl olmaktı.” Bu noktada karşılaşılacak zorlukları da şöyle açıklıyordu:
“Mücadelei milliyeye atılanların mahv ve ifnası için, Saray, hükümet, ecnebiler muhakkak ki ilk andan itibaren harekete geçeceklerdir. Ayrıca yer yer memleket halkının da iğfal edilmesi, isyanlar, ihtilaller çıkartılması ve bütün bu menfi hareketlerin milli mücadele aleyhine tevcihi galip ihtimal dahilindedir.”
Mustafa Kemal Paşa, bunu sağlayacak yolun ise millete dayanmaktan, Millet Meclisi’ni kurmaktan geçtiğini ortaya koyuyordu.
Askerlikten istifası ve MEB’in padişahı aklaması
7-8 Temmuz gecesi Mustafa Kemal Paşa, padişah ve hükümetle yaptığı telgraf görüşmesinde İstanbul’a dönmesi istenir. Kendisine “İstanbul’a dönünüz ve istediğiniz yerde istediğiniz kadar tebdili havada bulununuz” vaadinde bulunulur. Paşa, bunu reddedince padişah da “o halde resmi vazifeniz sona ermiştir” der. Ordu müfettişliğinden azledilen Paşa, o gece askerlikten istifa eder. Oysa Mevsim Yayıncılık’tan çıkan 12. sınıf “TC İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük” ders kitabında olay gerçeği izleyerek şöyle anlatılıyor:
“7-8 Temmuz 1919 gecesi Saray Başkatibi Ali Fuat imzasıyla gönderilen bir telgrafta Mustafa Kemal’e görevinden alındığı bildirildi. Bunun üzerine Mustafa Kemal aynı gece, önce Harbiye Nezareti’ne (Bakanlığı’na) sonra da padişaha istifasını sundu.”[2]
Bu ifadeyle padişahın grevden almadan haberi yokmuş, Atatürk’ün de padişahın bu telgraflaşmalardan padişah habersizmiş gibi istifa ettiği algısı yaratılıyor. Oysaki padişah başından beri hükümetle Atatürk’ün telgraflaşmasından haberdardı.
Artık mücadeleyi açıktan vermesi gerekecekti. İşte böyle bir anda 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa “Ben ve kolordum, hepimiz emrindeyiz paşam” diyerek ona bağlılığını bildirir.
Atatürk, bu noktadan sonra Kongre’nin toplanmasını hızlandırır. İngiliz komutan kongrenin toplanmasına gerekirse asker kullanarak izin vermeyeceğini belirtmesi karşısında geri adım atmaz ve silahla karşılık vereceklerini söyler.
Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ve Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin girişimleriyle Kongre, 23 Temmuz-7 Ağustos tarihleri arasında Doğu Anadolu’daki Ermeni ve Karadeniz Bölgesindeki Rum tehlikesine karşı alınacak önlemleri görüşmek için toplanır.
Zamanlama ustası Atatürk
Kongre’deki konuşmasında memleketin içinde bulunduğu durumu açıklayan Atatürk sözlerini padişahlık ve hilafete bağlılıkla tamamlar. Nutkun sonundaki bu ifadeyi garip bulan Mazhar Müfit Kansu, o gece “Paşam, nutkunuzun sonunu müftü efendinin duası gibi bitirdiniz” demekten kendini alamaz. Paşa’nın yanıtı “maksadını anlıyorum, anlıyorum amma, şimdi vazifemiz halkı, vatanı ve esir padişahı kurtarmaya, inandırmaktan ibarettir” der ve şunu ilave eder:
“Zamanında hiç bir şeyi kaçırmamak ve zamansız hiçbir şeye uzaktan yakından tevessül etmemek başlıca dikkatimizi teşkil etmelidir.”
Bir gün, Kansu’nun zafere ulaştıktan sonra hükümet şeklinin ne olacağına dair sorduğu soruya Paşa’nın yanıtı yine zamanı kollamak yönünde olur:
“Karar verilen her şeyin tatbiki için vakit ve zamanını beklemek ve o zamanın geldiğini bilmek lazımdır. Şimdi, sadece düşman tazyiki altında bulunan padişahı ve muhasım [düşman] kuvvetlerinin işgal ve istilasına uğramış olan vatanımızı kurtarmak için çalıştığımızı ifade etmekte fayda vardır. Bugünün ve içinde bulunduğumuz şartların icabı budur.”
Israrlı sorusu karşısında ise Paşa, sadece Mazhar Müfit Kansu, Süreyya Yiğit ve kendisi arasında kalmak şartıyla “Cumhuriyet olacaktır” der.[3] Mesele hassastır. Padişah, düşmanla işbirliği içinde koltuğunu korumak derdindedir ama padişahı da kurtarmak amacıyla yola çıkıldığı söylenecektir. Cumhuriyet fikri yanında savaştığı kişileri ürkütecekti, halkı kazanmasını engelleyecekti.
Mustafa Kemal Paşa “asi” ilan ediliyor
Kongre Başkanlığına seçilen Mustafa Kemal Paşa “mukadderata hakim milli iradenin ancak Anadolu’dan doğacağını, milli iradeye dayalı bir millet meclisi ile milli iradeden güç alacak bir hükümetin kurulmasının” ilk hedef olduğunu belirtir. Aynı gün Sadrazam Damat Ferit, Kongre’nin toplanmasını “isyan”, toplananları da “asi” ilan eder.[4] Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşlarını tutuklamak ve kongreyi dağıttırmak için askeri ve mülki makamlara emir verse de yerine getirilmez. Ayrıca, kongre devam ederken 30 Temmuz 1919’da İngilizlerin baskısıyla Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı), Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanması için Kazım Karabekir Paşa’ya bir gizli şifre gönderse de Paşa bunu reddederek şu yanıtı verir:
“Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanması vatan ve milletin yararına değildir ve yürürlükteki kanunlara aykırıdır. Uygunsuz sayılacak bir hali ve davranışı görülmeyen vatansever bir millet evladıdır.”
Kongre’nin görüştüğü işler
Kongre üyeleri sadrazamın hareketinin önüne geçmek için, Padişah’a, Sadrazama, belediye başkanlarına, derneklere, mülkiye amirlere, büyük komutanlara telgraf yollar. Telgrafta Kongre’nin anayasaya aykırı olarak kurulmuş bir Meclis gibi gösterilmesinin İtilaf Devletlerinin işine yarayacağı, mücadelenin, vatanın selameti ve padişahın kurtarılmasına hizmet etti bildirilir ve sonuna da “sevgili padişahımız” ifadesi eklenir.[5]
Sonraki günlerde kongrede kışlaların kapatılıp askerlerin terhis edilmesi, milis teşkilatı ve siyasi parti kurulması, Nizamnamenin 7. maddesindeki “insani ve asri gayeler” ifadesindeki asri kelimesinin dine aykırılığı, sadece idare amirlerinin ve komutanların teşkilat reisliklerine seçilip seçilmemesi, Amerikan mandaterliği, Mustafa Kemal Paşa’nın Heyeti Temsiliye’ye girip girmemesi konuları tartışılır. Mustafa Kemal Paşa, kendisinin mutlaka Heyeti Temsiliye’ye dahil olması gerektiğini, bu hususta radikal ve açık hareket etmek gerektiğini şu sözleriyle savunur:
“Kongre bu güne kadar cereyan eden müzakereleri ile birçok mühim kararlar almıştır. Gerek bu kararların tatbiki, gerek milli hayatımızı ilgilendirecek ehemmiyetli işleri ve faaliyetleri nizamlamayı şunun bunun anlayışına ve tesadüflere terk edemeyiz… Memleketin umumi siyasetini tesbit etmek, ordu durumunu ıslah eylemek, vatanın kurtuluşunu temin edecek tedbirleri nizamlamak gibi büyük işlerle meşgul olacak bir heyeti elbetteki ne bir aşiret reisinin, ne de bir şeyhin ne de şunun bunun eline terkedemeyiz… Memleket ve millet işlerinde radikal hareket etmek ve açık olmak lazımdır… Askerlikten istifa etmemin tek sebebi sinei millete atılmak ve sinei millette açıkça çalışmak içindir.”
Kongre’nin zaman alıcı konularından biri manda meselesidir. Özellikle de Amerikan mandası üzerinde durulur. Bekir Sami Bey ve Halide Edip Adıvar ayrı ayrı Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği mektuplarında, geçici bir Amerikan mandasının en uygun yol olacağından bahsetmekteydiler. 13 Ağustos’ta da, Afyon’daki 12. Kolordu Komutanı Selahattin Paşa, İstanbul’daki partilerin Amerikan Heyetine sunmak üzere kararlaştırdıkları konuları Mustafa Kemal Paşa’ya bildiriyordu. İstanbul’daki birçok önde gelen kişiden Amerikan mandasına ihtiyaç olduğuna dair telgraf geliyordu. Mustafa Kemal Paşa 19 Ağustos’ta kendisine ve manda talep edenlere oyalayıcı şu yanıtı verir:
“Memleketin ve milletin mukadderatı hakkında Amerika veya herhangi bir devletle anlaşmaya yetkili olabilecek Hükümeti ancak milli hakimiyet esasına ve milli meclisin varlığını kabul ile onun güvenine dayanan bir Hükümettir. Yakında Kongre’nin kararlarını da öğreneceksiniz.”
“İçlerinden biri çıkıp da ‘ya istiklal, ya ölüm’ diyemiyor”
Bekir Sami Bey’in mektubu için de yanındaki arkadaşlarına “Ooh ne ala, mücadele yerine mandayı kabul edeceğiz ve rahata kavuşacağız! Bu ne gaflet, ne körlük ve hatta ne budalalık? ‘İstanbul eazımı ricali’ [devlet yöneticileri] de bu fikirde. İçlerinden biri çıkıp da ‘Ya istiklal, ya ölüm’ diyemiyor.”[6]
Kara Vasıf, Ahmed Rıza Bey, Ahmed izzet Paşa, Cevat Paşa, Çürüksulu Mahmut Paşa, Reşat Hikmet, Cami (Bozkurt), Reşit Sami Beyler ve Esat Paşa gibi birçok kişide de Amerikan mandaterliğinin “ehveni şer” olduğu kanaati vardı.
Atatürk, Bekir Sami Bey’e “Hükümet Amerika mandasını nasıl telakki ediyor? Yani buna mütemayil [istekli] mi, müstağni [isteksiz] mi? Amerikalılar neden Ermenistan mandaterliğini terk ettiler? Amerikalılar mandayı almağa ne dereceye kadar mütemayil ve arzukeştirler?” gibi sorulardan oluşan bir mektup yazarak, mektubun sonucu gelene kadar kongredeki manda talebini geçiştirmeye çalışır. Manda düşüncesinde olanlar egemenliğimize karışmayacağını, ekonomik, teknik yardımda bulunmakla yetinecek bir manda hayal ediyorlardı. Onların bu düşüncesini safça bulan Atatürk ise şöyle düşünüyordu:
“Öyle bir manda istenecek veya verilecekmiş ki, hukuku hükümraniye, hariçte temsil hakkımıza, kültür istiklalimize, vatan bütünlüğümüze dokunulmayacakmış. Buna ve böylesine Amerikalılar değil, çocuklar bile güler. Her şeyin başında Amerikalılar kendilerine hiçbir menfaat temin etmeyen böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi aşık olacaklar? Bu ne hayal ve ne gafletttir?”
Kongre kararları
14 gün süren Kongre 7 Ağustos’ta sona erer. Sivas Kongresi’ne katılmak üzere 9 kişilik Heyet-i Temsiliye (Temsilciler Heyeti) seçilerek başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirilir.
Kongre bölgesel olmakla birlikte, alınan kararlar bütün yurdu ilgilendirdiği için milli bir program niteliğindedir. Şu kararlar alındı:
1-Milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür, bölünemez. Böylece Mondros Ateşkes Antlaşmasının imzalandığı andaki topraklarının parçalanamayacağı açıklanarak ilk kez milli sınırlardan bahsedilmiştir. Bu ifade Misak-ı Milli’de yer almıştır. Dahası Doğu’da ki altı ilin (Erzurum, Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır, Sivas) Osmanlı Devleti’nin ayrılmaz bir parçası olduğu, milli iradenin hakim kılınması gerektiği bildirilmiştir.
2-Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti’nin iş yapamaz duruma gelmesi halinde, millet hep birlikte kendini savunacak ve direnecektir.
3-Vatanın bağımsızlığını merkezi hükümet sağlayamazsa, geçici bir hükümet kurulacak bu hükümetin üyeleri Milli Kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplantı halinde değilse, seçimi Temsil Heyeti yapacaktır.
4-Kuvayı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel esastır.
5-Azınlıklara siyasi hakimiyet ve sosyal dengeyi bozacak imtiyazlar verilemez.
6-Manda ve himaye kabul edilemez.
7-Milli Meclis’in derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesi için çalışılacaktır.
8-Milli irade padişahı ve halifeyi kurtaracaktır.
Böylece Erzurum Kongresi bir çeşit yasama; Temsil Heyeti ise onun yürütme organı şeklini almıştır. Kararlardan milli egemenliğe dayalı, bağımsız yeni bir Türk Devleti’nin kurulmaya başlandığının işaretlerinin verildiği anlaşılır. Milli iradenin esas olması Cumhuriyet’in, geçici bir hükümetin kurulacağından bahsedilmesi milli bir devletin kurulacağını gösteriyordu.
Kongrenin günümüzdeki önemi
Milletimiz ABD’nin, “kara gücüm” dediği PYD’ye 50 bin tırdan fazla verdiği silahla kukla devlet kurmaya çalışıldığı, Doğu Akdeniz’de ABD merkezli tatbikatların yapıldığı, Ege adalarımızın işgal edildiği, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un kendisini Ekümenik (Ortodoksların evrensel lideri) ilan ettiği, S-400’ler alındığı için yaptırım uygulandığı, Doğu Akdeniz’de sondaj çalışması yaptırılmamaya çalışıldığı ve Amerikancı 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimiyle ülkemizin işgal ve iç savaşa sürüklenmek istendiği bir ortamda, Erzurum Kongresi’ndeki gibi bağımsız ve milli devlet günümüzün de ihtiyacıdır.
Bu noktada Erzurum Kongresi öncesi yaşanan istifa süreci ders kitaplarımızda, aslına uygun şekilde aktarılmalıdır.
Basına yansıyan ve emperyalistlerin denetimindeki kurumlardan fonlanan Medyascope, Bianet gibi basın kuruluşlarına, Ruşen Çakır gibi gazetecilere yöneltilen eleştirilere “ne mahsuru var!” diyenler, Atatürk’ün “Manda ve himaye kabul edilemez” sözünü hatırlamalıdır. Yabancı parayla “bağımsız” gazetecilik yapılamaz ve böyleleri Atatürk, Atatürkçülük adına savunulamaz. Manda ve himaye sadece siyasal bağımsızlığa ilişkin değildir, fikri bağımsızlıkla da bağlantılıdır. Fikri bağımsızlığını olmayan, siyasal bağımsızlığı da önemsemez. Gavurun ekmeğini yiyen gavurun kılıcını sallar.
Atatürk’ün dediği gibi iç cepheyi birleştirmek esastır. Milletimiz arasında kutuplaşmaya neden olan her söylemden kaçınmalı, bağımsızlığımızı önemsemeli, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı milli birliğe yöneltmeliyiz.
[1] Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, 1. Cilt, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 1997, s.30-31.
[2] Bahattin Demirtaş, Ortaöğretim Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük 12, Mevsim Yayıncılık, Ankara, 2019, s 58.
[3] Mahmut Esat Bozkurt’un Mazhar Müfit Kansu’ya yönelttiği “Erzurum kongresinde müfrit millet hakimiyetçiliği pek barizdir. Cumhuriyete kadar yol veren bir millet hakimiyetçiliği. Fakat, o sıralarda şef ne düşünüyordu? Bu hususta sarih malumatınız var mıdır?” soruya Kansu hem “7-8 Temmuz sabaha karşı” hem de “20 Temmuz 1335 [1919]” yanıtını vermektedir. Kansu, age, s. 69-75, 131.
[4] Age, s.87.
[5] Age, s.96-97.
[6] Age, s.179.