2020 yazında Ayasofya’nın cami yapılması tartışılırken Atatürk ve Fatih Sultan Mehmet karşı karşıya getirilmek istenmişti. Zamanında uyarılarımı yaptığım için bugün Ayasofya’nın cami mi müze mi kalması gerektiği tartışmasına girmeyi doğru bulmuyorum; ancak iki fatihi birbirine karşıt konumlandırma çabasının, hem tarihi hem de milletimizi kutuplaştırmaya neden olması üzerinde durulmalıdır.
Karşı cephelere konumlandırma, üç husus üzerinden yapılmaktadır:
1. Atatürk, Ayasofya’yı müzeye dönüştürerek Fatih Sultan Mehmet’in “Kılıç Hakkı”na karşı geldiği belirtilmektedir.
2. Fatih Sultan Mehmet’in laneti üzerinden Atatürk düşmanlaştırılmaktadır.
3. Kimilerince Osmanlı padişahları olumsuzlukla yad edildiğinden, Fatih Sultan Mehmet de olumsuz yad edilmektedir.
İlkinde “Kılıç Hakkı” ile fethedilen şehrin fatihine, şehrin en büyük ibadethanesini camiye çevirme hakkı kastedilmektedir. Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’yı kılıç hakkına dayanarak kiliseden camiye dönüştürmüştü. İddia edenlere göre, Atatürk camiden müzeye dönüştürerek kılıç hakkına, dolayısıyla Fatih Sultan Mehmet’e aykırı davranmıştır.
Bir kere şunu belirteyim ki kılıç hakkı kavramı, imparatorlukların feodal kültürlerinin olduğu çağa aittir. Şimdi ise kılıç değil bilim, hükmünü yürütmektedir. 21. yüzyılda gerekçemiz orta çağa ait kavramları öne sürmek olmamalı. Kültürel eser, insanlığın ortak mirası gibi kavramları kullanmalıyız. Ayasofya, Müslümanlığa ve Hıristiyanlığa ait olması dolayısıyla evrensel ve ortak mirastır. Kılıç hakkıyla, toplum din üzerinden şekillendirilmek isteniyor ama Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyet’ini kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir” tanımındaki gibi, milletimiz çeşitli din, hatta dinin içinde farklı inançlardan oluşuyor. Bugün din motivasyonlu toplum anlayışıyla değil Atatürk’ün tanımladığı millet anlayışıyla vatanımızı, birliğimizi koruruz. Dinsel, mezhepsel farklılıkları kaşımak, Türk milletine aidiyet duygusunu azaltarak toplumu ayrıştırmaktadır. Yanıbaşımızda Suriye’de emperyalistlerin dinsel, mezhepsel farklılıkları kışkırttığını göz önünde bulundurursak din motivasyonlu gerekçelerin, ülkemiz için yararlı olmadığı ortadadır.
Diğer yandan kılıç hakkından bahsedenler, İstanbul’u işgalden kurtaran Atatürk’ün hakkını nereye koyacaklar? Onlar açısından mesele, İstanbul’u ele geçirenin istediğini yapabilme hakkı ise, Atatürk’ün de müzeye dönüştürmesi haktır. Çünkü 13 Kasım 1918’de fiilen işgal edilen İstanbul’u, düşmandan kurtaran Atatürk’tür. Dolayısıyla meseleye kılıç hakkıyla bakanlar açısından Atatürk, Ayasofya üzerinde istediği tasarrufta bulunabilir.
İkinci hususta ise, Fatih Sultan Mehmet’in Vakfiyesi’nde, Ayasofya’yı camiden başka şeye dönüştürene lanet edildiğinden bahsedilir. Atatürk, 1934’te Ayasofya’yı, müzeye dönüştürdüğünden Fatih Sultan Mehmet’in lanetine layık olduğu iddia edilir. Atatürk’ün de imzasının olduğu 24.11.1934 tarihli Ayasofya’yı camiden müzeye dönüştüren Bakanlar Kurulu’ndaki şu ifadelerle, Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmet veya herhangi bir vakfa ait olmadığı belirtiliyordu:
“Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden yazılan 7.11.1934 tarih ve 153197/107 sayılı yazısında, bu camiin Bizanslardan kalma bir eser alması nedeniyle hiçbir vakfı olmadığı ve her ne kadar cami olduktan sonra Sultanlar ve halk tarafından bazı gelirler bağışlanmışsa da bunlardan asar olarak bağlanan Sultan gelirlerinin kaldırılmış olduğu ve halk tarafından bağlanan gelirler ise Kur’an okumak ve buna benzer belli ve nerede olursa olsun yapılabilir dini emekler için olup müzeye çevrilmesi ve korunması için verilecek bir geliri bulunmadığı ve şimdiye kadar tamiri, gelirine bakmadan diğer vakıflarla bir arada yapıla gelmekte olan bu bina cami olmaktan çıkınca artık buna da imkân kalmayacağı ve bütçelerinin bu günkü durumu herhangi bir yardıma da yol bırakmamakta olduğu ve çevresindeki yapılardan vakıflara ait olanları yıkmak ve kaldırmak elden gelirse de ötekine berikine ait olanları vakıflarca satın alınmasına imkân bulunmadığı bildirilmişti.”
Vakfiye’de Fatih Sultan Mehmet’in laneti yoktur. Dahası lanet, beddua, Vakfiye eserlerini, Vakfiye’ye gelir olarak bağlanan köy, arsa, arazi, dükkan, boyahane, değirmenleri düşman işgaline bırakan, kaderini, iradesini emperyalistlere teslim eden Vahdettin ve İstanbul Hükümetleri hakkında sözkonusu olabilir.
Üçüncü hususta şunu söyleyelim ki ideolojik, yönetsel olmasa da toplumsal yapımız Osmanlı Devleti’nin toplumsal yapısını devralmıştır. Her devleti kendi çağındaki diğer devletlerle değerlendirmek gerekir. Vahdettin gibi düşmanla işbirliği yapan padişahlar da var Fatih Sultan Mehmet gibi bilime önem verenler de…
Atatürk ve Fatih Sultan Mehmet’le ilgili olarak 19 Ocak 1923’te “İstanbul’u alan büyük Fatih; bu azametli, kudretli padişah, hakikaten bütün İslam âleminin, bütün Türk dünyasının hakkıyla iftihar edebileceği bir zattır” demiştir. Atatürk, O’nun hoşgörüsünden, teşkilatçılığından övgüyle bahseder. Hatta “Çok kereler Fatih’in karşısında kaldığı meseleleri düşündüğüm zaman ben de aynı hal çarelerine varmışımdır” der.
Açıklanan sebeplerle Atatürk ve Fatih Sultan Mehmet’i karşı karşıya getirmek tarihsel olarak yanlıştır. Tersine ülkemize, birliğimize yönelik tehdit ve tehlikelere karşı İstanbul’un bu iki fatihinin akılcılığından, ferasatinden, toplumu bir arada nasıl tutabildiklerinden yararlanmak gerekir.
Not: Ayasofya üzerinden Atatürk’e yönetilen diğer iddialar, Fatih Sultan Mehmet’in laneti ve kılıç hakkıyla ilgili “ATATÜRK VE AYASOFYA (İddialar-Yanıtlar)” kitabımdan daha fazla bilgi edinebilirsiniz.
MUSTAFA SOLAK