Gündem

Faik Öztrak: “Bu kader değil korkunç bir cinayettir”

CHP Sözcüsü Öztrak, bundan 8 yıl önce Soma’da 301 madencinin hayatını kaybettiği faciaya “fıtrat” diyen Erdoğan’ın, Amasra’da 41 maden emekçisinin öldüğü patlama için de “kader planı” demesine tepki göstererek, “20 yıl o koltukta oturacaksın, işçinin hayatını tehlikeye atan eksikleri gideremeyeceksin; devletin denetçileri çıkacak ‘Risk var’ diyecek, çözmeyeceksin; sonra da ‘Maden kazaları kaderin planı’ diyeceksin. Tedbirsizliğin, ihmalkârlığın, tamahkârlığın adı ne zamandan beri, fıtrat ve kader oldu?” diye sordu.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:

MADEN ŞEHİTLERİMİZE ALLAH’TAN RAHMET DİLİYORUM

Hafta sonu, hepimizin yüreği dağlandı. Türkiye Kömür İşletmeleri’ne ait, Amasra’daki bir kömür madenindeki patlama, ülkemizi derinden sarstı. 41 maden emekçimiz yaşamını kaybetti. 11 maden emekçimiz de yaralandı. Yaralılarımızın bir kısmının durumu ağır… Cumhuriyet Halk Partisi olarak, vazifesi başında hayatını kaybeden şehitlerimize, bir kez daha Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabır, tüm milletimize baş sağlığı diliyoruz, yaralılarımıza ise tez elden şifa dileklerimizi iletiyoruz.

20 YILDA 30 BİN İŞ CİNAYETİ, 2 BİNİ MADENCİ

Bu acılardan milletçe bunaldık. Bu kaçıncı maden kazası, bu kaçıncı yas… 2003’te Ermenek, 2004’te Kastamonu Küre, 2009’da Bursa Mustafakemalpaşa, 2010’da Balıkesir Dursunbey ve Zonguldak Karadon, 2013’te Zonguldak Kozlu, 2014’te 301 emekçimizi yitirdiğimiz Soma faciası, 2014’te bir kere daha Ermenek, 2016’da Siirt Şirvan… Bunlar toplumda travma yaratan, büyük facialar… Bir de gazetelerin üçüncü sayfalarında, kıyıda köşede gizlenen “Elbistan’da madende bir işçi öldü”, “Gemerek’te göçük sonucu, bir işçi hayatını kaybetti” haberleri var. Çoğu kişinin görmediği, duymadığı iş cinayetlerinde, onlarca ocağa ateşler düştü. 2003’ten bu yana, 2 bini maden emekçisi olmak üzere 30 bin işçimizi “iş kazası” denen, iş cinayetlerinde yitirdik. Bunlar sıradan sayılar değil… Bu sayılarda; “Yüz karası değil, kömür karası, böyle kazanılır ekmek parası” diyen babalar var. “Güneşi görebilmek için karanlığı kazan” gencecik evlatlarımız var. 

SOMA’DA YAPTIKLARINI UNTUMADIK

Fransız Yazar Albert Camus; “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, insanların nasıl öldüğüne bakın” demiş. Vicdansız bir düzen elinde, emekçilerinin iş cinayetlerine, vicdansızca kurban gittiği bir ülkeye döndük. Gerçi şimdilerde, ufukta seçim sandığı görününce, kurt, kuzu postuna büründü. Ama Soma’da maden kazasında bunların yaptıklarını unutmadık. Soma’da 301 canımızı yitirdiğimiz maden faciasında dönemin Başbakanı Erdoğan, kendisini protesto edenleri, “Başbakana yuh çekersen, tokadı yersin” diyerek tehdit etmişti. Sonra, bir markete girip korumalarıyla beraber, genç bir çocuğu dövdü. Delikanlıyı döverken de, “Ne kaçıyorsun ulan İsrail dölü” diye, bağırması da cabası.

MADENCİYE TEKME ATANI FRANKFURT’A TİCARİ ATEŞE YAPTI

Tabi ön teker nereye, arka teker de oraya… Erdoğan bunları yaparsa şürekâsı neler yapmaz. Bu fotoğraf toplumsal hafızamıza, bu vicdansız düzenin alametifarikası olarak kazındı. Fotoğraftaki Erdoğan’ın özel kalem müdür yardımcısı… Şu yüzdeki ifadeye bakın. Soma’da yere yatırılmış bir emekçiyi tekmelerken yüzündeki büyük nefrete bir bakın. “Millete hizmetkâr olmaya geldik” diyenlerin, millete reva gördüklerine bir bakın. Peki, yere yatırılmış, eli kolu tutulmuş yerdeki birine tekme atan bu zorbaya ne ceza verildi, Erdoğan ne yaptı? Binlerce Avro maaşla Frankfurt’a Ticaret Ataşesi yaptı. Tekmeyi ödüllendirdi. 301 insanın hayatını kaybettiği Soma davasında, bugün tek bir tutuklu sanık bile yok. Aslında var… O da Soma maden şehitlerinin ailelerini savunan avukatlar… Avukatları içeri attılar. İşte Erdoğan’ın adaleti bu!

BU KADER DEĞİL CİNAYETTİR

Bundan 8 yıl önce Erdoğan, Soma’da ölen yüzlerce işçi için, “Bu işin fıtratında var” demişti. Aynı Erdoğan, ne kadar kendine hakim olmaya çalışsa da yine kendi fıtratına uydu, Amasra’da, da “Biz kader planına inanmış insanlarız. Bunlar her zaman olacaktır” dedi. Bununla da yetinmedi, 20 yıldır hükümet koltuğunda kendisinin oturduğunu bir anda unutuverdi. “Madenlerimizde hiçbir eksik, hiçbir gereksiz risk görmek istemiyoruz” deyiverdi. E eksiği, riski giderseydiniz ya! Elinizi tutan mı vardı? 20 yıl o koltukta oturacaksın, işçinin hayatını tehlikeye atan eksikleri gideremeyeceksin, devletin denetçileri çıkacak “Risk var” diyecek, çözmeyeceksin, sonra da “Maden kazaları kaderin planı” diyeceksin. Tedbirsizliğin, ihmalkârlığın, tamahkârlığın adı ne zamandan beri, fıtrat ve kader oldu? Bizim inancımızda, “Önce tedbir, sonra tevekkül” vardır. İlmin, aklın emrettiği tedbirleri almayacaksın, sonra “fıtrat” diyeceksin, “Kaza” diyeceksin, “Kader planı” diyeceksin. Hiç eğip bükmeyin. Bu korkunç bir cinayettir. Ve biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, o anaların, babaların, eşlerin, çocukların, güzelim bebeklerin adına sorumluların peşini bırakmayacağız. Bu faciayı unutturmayacağız. Hesabını soracağız.

TÜRKİYE MADENDE HAYATINI KAYBEDENLERİN SAYISINDA DÜNYA BİRİNCİSİ

Bu Uluslararası Çalışma Örgütünün verileri… “Ülkeyi uçuracak” diyerek pazarladıkları, ucube saray rejiminde, madenlerde hayattan uçup giden canlar… Sadece son 3 yılda, 2019-2021 döneminde, madenlerde yaşamını yitiren emekçilerimizin sayısı 189. Bu kayıplarla Türkiye açık ara dünya birincisi. Bu acı tablonun sahibi, hala hiç sıkılmadan, “Hamdolsun!” diyerek, Amasra’da 41 cansız bedene, 24 saatten az sürede ulaşmakla övünüyor. “Utancı gidenin kalbi de ölür” derler. Bunların kalbi de millete karşı artık ölmüş. Bunların millete karşı kalbi körelmese, devlet kurumlarının tespit ettiği eksikleri giderir, bu madenleri güvenli hale getirirlerdi.

SAYIŞTAY’IN RAPORU NOKTA ATIŞI

İşte Sayıştay Raporu ortada… Patlamanın yaşandığı müessese için hazırlanan, 2019 Denetim raporunda, bugün olanlar için açıkça uyarılarda bulunulmuş. Raporun 16. sayfasında, bu müessesede, üretimi olumsuz etkileyen başlıca etkenler tek tek sayılmış. “Metan gazı ve karbondioksit gazındaki yükselmeler” bunlardan biri… Sayfa 21’de iş kazalarındaki artışa vurgu yapılıyor. 2019’da müessesede önceki yıla göre yüzde 70 artışla 190 iş kazası olmuş. Bunun 72’si göçükler nedeniyle yaşanmış” diyor rapor. Sayfa 63’te; “Solunabilir ve patlayabilir tozla mücadele kapsamında alınan önlemlerde aksamalar var” deniyor. “Tane boyutu küçük tozların sürekli ortamda dolaşması, infilak riskini artırıyor” tespiti yapılıyor. Ve sayfa 65: şimdi ilgili bölümü olduğu gibi okuyorum: “2019 yılında müessesenin dengelenmiş üretim derinliği eksi 300 metre olmuştur. Bu derinleşme, ani gaz degajı ve grizu patlaması gibi ciddi kaza risklerinin artmasına neden olmaktadır. Çalışılan damarların tamamında gaz içeriklerinin yüksek olduğu, dolayısıyla degaj kapasitelerinin de yüksek olduğu, arıza zonlarında riskin daha da arttığı bilinmektedir. Bu nedenle, müessese ocaklarında ilgili mevzuat hükümlerinin yanı sıra ‘Kurum Degaj Yönergesi’ hükümlerinin titizlikle uygulanması gerekmektedir.” Bugün 41 canımızı yitirdiğimiz derinliği, Sayıştay denetçisi nokta atışı tespit etmiş. “Aman dikkat, derine gidildikçe gaz artıyor. Grizu patlaması riski artıyor” diye de uyarmış… Yapılması gerekenleri de söylemiş. Daha ne desin? Sayıştay görevini yapmış.

MADENCİLER DE RİSKİN ARTTIĞINI SÖYLEMİŞ

İşte bu nedenle bugün Saray’ın kibirli yönetimi, Sayıştay raporlarını sansürlüyor. Şimdi biz de soruyoruz: Enerji Bakanı, Sayıştay’ın 2019’daki bu uyarı ve önerileri için, bugüne kadar acaba ne yaptı? Bakan 24 gün önce bu işletmeyi ziyaret etmişti. Bu ziyarette Sayıştay raporu hakkında neler yapıldığını sordu, inceledi mi? Sadece Sayıştay’ın raporu da değil, yaşamını kaybeden madencilerimizin ailelerinin de tanıklıkları var. Madencilerimiz, madendeki patlama riskinin arttığını, ailelerine açıkça ifade etmiş, koku olduğunu söylemiş. Bu işçiler neden göz göre göre ölüme gönderildi?

ENERJİ BAKANI GİTMEDEN SÖYLENEN HER ŞEY BOŞ LAFTIR

Enerji Bakanı, şimdi bu ailelerin yüzüne nasıl bakacak? Ortada bir görev ihmali olduğu çok açık… Bakanlık makamları ağlama makamı değildir, ağıt yakma makamı değildir çare bulma makamıdır. Çareyi bulamıyorsan, yapılması gerekeni yapamıyorsan, edebinle çekip gideceksin. Erdoğan, “Bu olaydaki ihmal, tüm boyutlarıyla açığa çıkarılacak” dedi. Enerji Bakanı istifa etmeden, ya da Erdoğan bu Enerji Bakanını görevden affetmeden, bu laf, sadece lafı güzaftır. Boş laftır.

ERDOĞAN İÇİN VATANDAŞIMIZIN CANININ DEĞERİ: 100 ORADAN, 50 BURADAN

Yaşanan faciadaki ihmaller yetmedi. Erdoğan çıktı, büyük bir kibirle, ölenlerin ailelerine hangi kurumdan kaç lira yardım yapılacağını, “100 bin lira oradan, 50 bin lira da buradan gelecek” diyerek, bir bir saymaya başladı. Daha cenazeler toprağa verilmeden, yapılmamış yardımı, acısı taze ailelerin yüzüne vurdu. Sanki “Aman fazla sesinizi çıkarmayın, bu kan paralarını alın, konuyu da kapatın” demeye getirdi. Oysa milletimiz “Sağ elin verdiğini sol el görmemeli” kültüründen gelir. Bu kültürden gelen milletimizi, bu kibir derinden yaralamıştır. Sarayın kibirlisi için insanın canının değerinin ne olduğu da ortaya çıkmıştır. Yüz oradan, elli buradan, sonra, “Allah rahmet eylesin!”

SARAYA GÖRE İŞİN “GÜZEL” YANI

Ama ayıplar silsilesi burada da bitmedi. Madencimizin cenazesinde imamdan rol çaldı, “İşin bir güzel yanı daha var” diye söze başladı, vefat eden madencilerimize ve ailelerine cennet vadetti. Bu dünyayı iş cinayetleriyle emekçiler ve aileleri için, cehenneme çevireceksin, sonra da onlara öteki dünyada cennet vadedeceksin. Bu ülkenin imamlardan rol çalan bir Cumhurbaşkanına değil, çalışanların can güvenliğini sağlayacak yöneticilere ihtiyacı var. 20 yıldır ülkeyi yönetiyorsunuz ve devlet madenlerinde insanlarımız hala, tedbirsizlik ve ihmal nedeniyle kitleler halinde hayatlarını kaybediyor. Ülkemizi madenlerde yitirilen canların sayısında, dünya birincisi yaptınız. Bu durumda ne yapılacağı bellidir. Beceremiyorsunuz. Sorumluluğunuzu kabul edeceksiniz, hep beraber çekip gideceksiniz.

EMEKÇİNİN SADECE CANINA DEĞİL, CEBİNE DE KASTEDİYOR

Bu ucube rejim, işçilerimizin canına kastetmekle kalmıyor. Onların cebindeki üç kuruşa da göz dikiyor. Emekçilerimizin alın terini gasbediyor. 2018’den beri, “Faiz sebep, enflasyon netice” dedi, milletin döviz kasasını boşalttı. Paramızı pul etti. Ücret ve maaşları enflasyona ezdirdi. Emeğin milli gelirden aldığı pay, son iki buçuk yılda 10 puan birden düştü bunların yönetiminde. Sarayın kibirlisi, 67 milyar doları emekçilerimizin cebinden aldı. Yandaşın, döviz baronlarının, faiz lobilerinin cebine koydu.

TÜRKİYE’NİN KAYIP 20 YILI

İleride tarih ve ekonomi kitapları, bu son 20 yılı, “Adaletsiz 20 yıl”, “Kayıp 20 yıl” olarak tanımlayacak. Bunu biz söylemiyoruz. Türkiye’nin de üyesi olduğu, uluslararası kuruluşların verilerinden bu çıkıyor. Uluslararası Para Fonu’nun Ekim tahminlerine göre, Türkiye’nin 2022’de, küresel gelirden aldığı pay binde 8 olacakmış. Oysa ülkemiz daha 1980 yılında küresel gelirden binde 9 pay alıyordu. Yani bu hükümetin yönetiminde az gitmişiz, uz gitmişiz, dere tepe düz gitmişiz. Bir de bakmışız ki, 20 yılın sonunda 1980’nin bile gerisine gitmişiz.

BU ENFLASYONA SURİYELİ SIĞINMACILAR BİLE DAYANAMIYOR

Yine bu tahminlere göre; 2023’te Türkiye ne milli gelirde, ne kişi başına gelirde, ne de ihracatta Sarayın kibirlisinin açıkladığı 2023 hedeflerini yakalayabiliyor. Bırakın hedefi yakalamayı yarısına bile ulaşamıyor. Erdoğan, milletimize “2023’te ilk 10 ekonomiden biri olmayı” vadetmişti. Önümüzdeki yıl, bıraktık ilk 10’u, ilk 20’den düşmenin sınırında geziyoruz.

Milli gelirde ülkeyi millete vadettiği gibi dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına sokmayı beceremedi. Ama Erdoğan bir şeyi becerdi, memleketi dünyada en yüksek enflasyona sahip, ilk beş ekonomi arasına soktu. Ülkemize sığınan Suriyeliler bile artık pahalılığa dayanamayıp ülkelerine döner oldu. Türkiye’yi pahalılıkta, iç savaşla yıkılan Suriye’den işgal altındaki Ukrayna’dan yaptırımlarla boğuşan işgalci Rusya’dan beter etti.

TAŞI BAĞLADILAR, KÖPEKLERİ SALDILAR

Seçim sathı mailine girdik. Şimdi ülkeyi 20 yıldır yönetenler çıkmışlar, “Yolsuzluğun, rüşvetin ve yoksulluğun olmadığı” bir dönemin geleceğinden bahsediyorlar. Bu tam da; “Şecaat arz ederken sirkatin söylemektir.” Devirlerinde ayyuka çıkan, yolsuzluğu, rüşveti ve yoksulluğu, itiraf etmektir. Son 4 yılda, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 8, Yolsuzluk Algı Endeksi’nde 18, Dünya Mutluluk Endeksi’nde de 38 sıra birden gerilemişiz. Bu verilerin bize söylediği şudur: Tek kişilik ucube yönetim, taşları bağlamış, köpekleri ise etrafa salmış. Hukuk katledilince, yolsuzlukların önü açılmış. Vatandaşlarımızın hakkı olan refah ve mutluluk, bir avuç yanaşmanın kasasına kilitlenmiş. Ülkede ne huzur, ne de güven kalmış. Öyle uzun uzun analizlere, istatistiklere gerek yok… Bazen bir fotoğraf bin söze bedeldir.

SARAYIN YOLSUZLUKLA MÜCADELEDEN ANLADIĞI

Şimdi iki tane fotoğraf göstereceğim. İşte bu hükümetin yolsuzlukla nasıl mücadele ettiğini gösteren fotoğraflar bu. Bu dolar kulelerinin yanında poz veren rüşvetçiye, bu yöneticiler “Hayırsever” dediler. Plaket verdiler. Yetmedi yandaş kanallara çıkardılar. Rengini şehitlerimizin kanından alan al bayrağımızı, bu adama dekor yaptılar. Bunların rüşvetle, yolsuzlukla mücadeleden anladığı bu. O gün bu rezalete ismi karışan bakanların, dosyalarının Yüce Divan’a gönderilmesi, iktidar partisine mensup milletvekillerinin, Erdoğan’ın talimatıyla havaya kalkan parmaklarıyla engellendi. Yetmedi, Erdoğan, rüşvetten aklanmamış bir Bakanı, Türkiye’yi temsil etsin diye, Prag’a büyükelçi bile atadı. Genel Başkanımız o günlerde, bu Bakanların Yüce Divan’a gitmesini engelleyen Soruşturma Komisyonu’nun AK Partili üyelerine “Hırsızların hamisi oldunuz” demişti. Onlar da Erdoğan’dan aldıkları talimatla, Genel Başkanımızı utanmadan dava ettiler. Dava Anayasa Mahkemesine gitti. Geçtiğimiz hafta Anayasa Mahkemesi karar verdi. Genel Başkanımız suçsuz bulundu. Anayasa Mahkemesi kararıyla, kimlerin “Hırsızların hamisi” olduğu ortaya çıktı.

TÜRKİYE KARA PARA CENNETİ OLDU

Hırsızlara hamilik yapan bu düzenin elinde Türkiye, kara para cenneti oldu. Ülke dünyanın en büyük kara para aklama makinesi, kaynağı belirsiz para merkezi oldu. Merkez Bankası, bu yılın ilk sekiz ayında, nereden geldiği bilinmeyen döviz girişinin, 28 milyar doları aştığını açıkladı. Bunu birkaç defa tekrarlıyorum çünkü önemli. Bu ülkede 1992’den 2011’e kadar, sıfır etrafında dalgalanan kaynağı belirsiz finansman giriş-çıkışı, 2011’den sonra sistematik bir hal almış ve artmış. Birikimli rakam, 79 milyar doları aşmış. Bu paralar kimin, hırlının mı, hırsızın mı? Rüşvetçilerin mi? Ya bu paraları birden çekip götürürlerse? Milletten neyi saklıyorsunuz? Ekonomide çok iyi bilinen bir kanun vardır. Kötü para, iyi parayı kovar. Kaynağı belirsiz para girişinde rekorlar kırılıyor, kaynağı belirli kaliteli para girişi suyunu çekiyor. Kaliteli dış finansman, yani ülkede iş ve istihdam sağlayacak yabancı yatırımcılar, zaten uzun süredir gelmiyordu. Şimdi portföy yatırımları da gelmiyor. Daha önce gelen de kaçıp, gidiyor. Son 5 haftada yabancı yatırımcılar, 825 milyon dolar tutarında Devlet İç Borçlanma Senedi ve Hisse Senedini satıp çıkmışlar. Hem de ne zaman? Ülkede faiz lobileri abat olurken…

FAİZ LOBİLERİNİN, DOLAR BARONLARININ, YANDAŞ MÜTEAHHİTLERİN BÜTÇESİ

Bugün Eylül ayı bütçe rakamları açıklandı. Yılın ilk dokuz ayında bütçeden yapılan faiz ödemesi tam 207 milyar TL olmuş. Birde Kur Korumalı Mevduat diyerek, dövize endeksledikleri mevduatlar için ödenen paralar var. Aslında bu adına faiz denmeyen faiz. Bunun tutarı da  85 milyar lira olmuş. Bir de Dolarlı Avrolu garantilerle, milletin kesesinden, yandaşların kasasına aktarılanlar var. Milletin geçmediği köprü, uçmadığı havaalanı, geçmediği tünel, karayolu için. Bu yılın ilk dokuz ayında “Bir kuruş harcamadan yaptık” dedikleri ballı ihaleler için ödenen garanti parası 19 milyar lira. Sadece dokuz ayda bu saydığım 3 kalemden milletimize çıkan fatura 311 milyar lira. Buna karşın aynı dönemde çiftçiye verilen destek 30 milyar lira. Halk Bank’tan esnafa verilen destek 7 milyar lira. Hükümetin hatalarıyla ezdiği milletimize verilen sosyal destekler ise 31 milyar lira. Hepsini toplayın 70 milyar lira bile etmez. Faiz lobilerine, döviz baronlarına ve yandaş müteahhitlere aktarılan paranın dörtte biri bile değil. Hep söylüyoruz: Bütçe bir hükümetin tercihlerini gösterir. Bunların tercihlerinde esnaf yok. Bunların tercihlerinde çiftçi yok. Bunların tercihlerinde millet yok. Varsa yoksa, faiz lobileri, rantiyeler, yandaş beslemeler.

SANSÜR VE İSTİBDATTAN MEDET UMUYORLAR

Gırtlağına kadar yalana, rüşvete, yolsuzluğa batmış bu hükümet, şimdi bu pislikler konuşulmasın, duyulmasın diye, sansür ve istibdattan medet umar hale geldi. İfade özgürlüğü, demokratik toplumun temelidir. Ama saray hükümeti giderayak Türkiye’yi, totaliter rejimler ligine bir adım daha yaklaştıran, görülmemiş bir sansür yasası getirdi. Yasayla ilgili Venedik Komisyonu acil görüş yayımladı. “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki, ifade özgürlüğüne aykırıdır” dedi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği; “Keyfi, subjektif yorumlamaya ve suiistimale açık” dedi. Bu düzenlemenin ifade özgürlüğü bakımından Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu Birleşmiş Milletler ifade etti.

HÜKÜMETİN DEZENFORMASYONUYLA ÇIKAN DEZENFORMASYON YASASI

Saray ve şürekâsı ise, adına “Dezenformasyon Yasası” dedikleri bu ucube düzenlemeyi Meclis’te savunmaya çalışırken, “ABD’lilerle görüştük, bizdeki yasayla onlardaki yasanın birebir örtüştüğünü söylediler” dediler. Açıkçası, Amerikalılardan himmet umdular. Ama himmetini bekledikleri ABD, bu iddiayı reddetti. Yapılanı “dezenformasyon” olarak tanımladı. Yani Sarayın Dezenformasyon Yasası, hükümetin dezenformasyonuyla çıktı. Bu yasayı Erdoğan henüz onaylamadı. Ama şimdiden yürürlüğe girmiş görünüyor. Amasra’daki maden faciasında İçişleri Bakanlığı’nın ilk işinin patlama hakkında paylaşım yapan 12 hesap hakkında soruşturma başlatması, “7/24 sanal devriye faaliyetlerinin yürütüldüğünü” belirterek millete sopa göstermesi, Saray’ın İletişim Müdürlüğünün çıkardığı bültenler, Sarayın artık “Dezenformasyondan” ne anladığını, bu yasanın nasıl uygulanacağını açık seçik ortaya koyuyor.

ANAYASA MAHKEMESİ’NİN SAMİMİYET SINAVI

Bunların yapmak istedikleri çok açık… Seçim sürecinde Cumhur İttifakı, Havuz Medyası, trol orduları dilediği gibi sövecek, sayacak, yalan, yanlış muhalefete karşı konuşacak. Muhalif sesler ise, 3 yıla kadar hapisle cezalandırılacak. Bizim bu dayatma siyasetine cevabımız bellidir. “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!” Biz bu ucube yasayı iptal istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne elbette taşıyacağız. Ancak bu iptal isteminin karara bağlanmasının, seçim sonrasına kalacağı yönünde duyumlar alıyoruz. Bu, Anayasa Mahkemesi için de büyük bir samimiyet sınavıdır. Anayasa Mahkemesi; ya seçimin adil ve güvenli olmasını ciddi bir biçimde sakatlayan, bu yasayla ilgili iptal istemini ivedilikle görüşerek, karara bağlamalı veya bu sansür yasasını karara bağlayana kadar, yasanın 29. maddesinin yürütmesini durdurma kararı vermelidir. Anayasa Mahkemesinin temel görevi, demokrasimize, fikir ve ifade özgürlüğüne, seçim adaletine vurulmak istenen darbeyi, bertaraf etmektir.

BİLİM IŞIĞINDA İLERLEME KARARLILIĞIMIZIN GÖSTERGESİ

Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılında, siyasetin farklı damarlarından gelen altı parti, ülkemizin geleceği için bir araya geldik. Farklılıklarımızı bir yana bıraktık, vatanını ve milletini sevmek ortak paydasında, bir masanın etrafında buluştuk. Sayın Genel Başkanımız, iktidar yürüyüşümüzün başladığı bu dönemde, dünyada bilimi, teknolojiyi ve hayatın ne yöne evirildiğini görmek, olası küresel risk ve fırsatları yerinde tespit etmek için bir dizi dış temasa başladı. Bu çerçevede, politikalarımızın dayanağı olan bilim, araştırma, teknoloji ve evrensel değerler konusunda görüş alışverişinde bulunmak için ilk ziyaretini de ABD’ye gerçekleştirdi. Bu, Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında, bilimin ışığında ilerleme konusunda CHP’nin kararlılığının en açık göstergesidir. Genel Başkanımız, Boston’da; MİT ve Harvard gibi dünyanın en prestijli araştırmalarını yapan iki üniversitesine gitti. Bu üniversitelerde, ülkemizden oraya giden Canan Dağdeviren, Gökhan Hotamışlıgil, Zeynep Ton, Bilge Yıldız, Mehmet Toner, Asu Özdağlar, Pınar Doğan gibi önemli bilim insanlarının çalışmalarını yerinde gördü. Laboratuvarlarına kadar giderek bilim insanlarını dinledi. Daron Acemoğlu ve Dani Rodrik gibi dünyanın önde gelen iktisatçılarıyla bir araya geldi. İfade özgürlüğünün önemini, bilim insanına verilen değeri, devlet, üniversite ve özel kesim işbirliğinin, nasıl yeni çığırlar açabileceğini bizzat tespit ettik. 

GENEL BAŞKANIMIZ SARAYA KIRMIZI KARTI GÖSTERDİ

Washington’da ise, Genel Başkanımız, sivil toplum kuruluşlarıyla dünyadaki gelişmeleri tartıştı. Ülkemize ve bölgemize dair görüşleri dinleme imkânını bulduk. Tabi oraya kadar gidip de tanıdık bir ailenin New York’ta, Manhattan’da, ABD’nin en pahalı iş muhitindeki gökdelenine “Hayırlı olsun” denmeden de dönülemezdi. Genel Başkanımız burada yaptığı açıklamada Anayasa değişikliğine aileyi katmak isteyen Saraya, “Gel bakalım önce aileyi bu binanın önünde konuşmaya başlayalım” dedi. Sarayın bu konuda önereceği Anayasa değişikliklerine kırmızı kartını gösterdi. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, Saray ne yaparsa yapsın. Bunlar milletimizin gözünden de gönlünden de düştü.

KARANLIKTAN HEP BİRLİKTE ÇIKACAĞIZ

Halkımızın, içinde yaşadığı vahim şartların Türkiye’sine mahkûm olmadığı açık seçik ortaya çıktı. İnsanımız özgürlüğü, demokrasiyi, kalkınmayı, zenginleşmeyi hak etmektedir. Dünyanın her yerindeki parlak beyinlerimizle birlikte, büyük bir sıçramayı birlikte yapabiliriz. Halkımıza refahı, kalkınmayı, adil bir yaşamı sunabilecek vizyonumuz var. Cumhuriyet Halk Partisi, dünyadaki en parlak beyin gücümüzle, bu sıçramayı yapmaya muktedirdir. Aziz milletimiz; şartlar ne kadar zor olursa olsun umutsuzluğa yer yoktur. Karanlıktan aydınlığa hep beraber çıkacağız. Biz bu ziyaretimizle, CHP yönetiminde, çağdaş medeniyetler seviyesini aşabileceğimizi bir kere daha gördük. Bu vicdansız, bu insafsız, dediğim dedik, Saray düzenini değiştirmek için, milletimizi insanca bir yaşama ve hak ettiği refaha kavuşturmak için biz hazırız, milletimiz hazır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu