Yankı Bağcıoğlu: “Milli Gururumuz Savunma Sanayimiz Siyaset Üstü Olup Tüm Türk Milletinin Ortak Eseridir”
CHP Millî Savunma Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu, “Savunma sanayimiz ortak değerimiz ve milli gururumuzdur. Her Türk vatandaşı savunma sanayimizin ulaştığı seviyeden memnuniyet duymakta ve geleceğe güvenle bakmaktadır. Savunma sanayi projeleri bir günde doğmamıştır. Projelerde aslan payının; özellikle 1974’den itibaren bu projelere destek veren tüm cumhuriyet hükümetlerine, ödediği vergilerle ve yaptığı bağışlarla kaynak sağlayan halkımıza, kanları ile harekât konseptleri ve harekât ihtiyaçlarının belirlenmesine katkıda bulunan şehit ve gazilerimize, birçoğu projelerin oluşturulmasında yer alan ve sonrasında FETÖ kumpasları ile hapislerde çürütülen ve bir kısmı vefat eden Türk Silahlı Kuvvetleri personeline ait olduğu unutulmamalıdır.” açıklamasını yaptı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu, parti genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. Bağcıoğlu’nun değerlendirmeleri şöyle:
“Savunma sanayimiz ortak değerimiz ve milli gururumuzdur. Her Türk vatandaşı, savunma sanayimizin ulaştığı seviyeden memnuniyet duymakta ve gelece güvenli bakmaktadır. Bu çerçevede CHP; milli savunma faaliyetleri ve milli savunma sanayisine verdiği önemi vurgulamak, parti içinde bu konularda kurumsal bilgi birikimi sağlamak, yapılan faaliyetleri takip etmek ve geliştirici tekliflerde, eleştirilerde bulunmak maksadıyla; parti tarihinde ilk kez Gölge Kabine ve gölge Millî Savunma Bakanlığı tesis etmiş ayrıca, Milli Savunma faaliyetlerinden sorumlu genel başkanlığı yardımcılığı oluşturulmuştur.
“ONLARCA YILLIK BAŞARILAR”
Bir gemi komutanının bir milli İnsansız Hava Aracı ile ufkun ötesini görebilmesi, harekat icra eden bir birlik komutanının hedefe yönelik bir milli İHA ile keşif yapabilmesi, teröristle mücadele harekatında bir üs bölgesinde gelişmiş milli gözetleme sistemleri ile teröristlerin tespiti, milli hava savunma sistemleri, ürettiğimiz savaş uçakları, güdümlü mermi ve torpido sistemleri ile harekat bağımsızlığının elde edilmesi, bunların yanında milli gemimizin kullanılması ve ihraç edilmesi onlarca yıllık başarılar olup, tüm milletimizi mutlu eden gurur kaynaklarıdır.
“1974’TEN İTİBAREN…”
Savunma sanayi projeleri bir günde doğmamıştır. Projelerde aslan payının; özellikle 1974’den itibaren bu projelere destek veren tüm Cumhuriyet Hükümetlerine, ödediği vergilerle ve yaptığı bağışlarla kaynak sağlayan halkımıza, kanları ile harekât konseptleri ve harekât ihtiyaçlarının belirlenmesine katkıda bulunan şehit ve gazilerimize, birçoğu projelerin oluşturulmasında yer alan ve sonrasında FETÖ kumpasları ile hapislerde çürütülen ve bir kısmı vefat eden Türk Silahlı Kuvvetleri personeline ait olduğu unutulmamalıdır.
“HAKLI ELEŞTİRİLER BİLE NEREDEYSE VATAN HAİNLİĞİ İLE SUÇLANMAKTADIR”
Maalesef günümüzde; milli savunma projelerine ilişkin haklı eleştiriler bile neredeyse vatan hainliği ile suçlanmaktadır. Ama unutulmamalıdır ki; 2007-2015 döneminde FETÖ’nün göz yumulan, müdahale edilmeyen kumpasları nedeni ile, yüzlerce general, amiral, subay ve astsubay hapse atıldı, tasfiye edildi, bir kısmı hayatlarını kaybetti. Göz yumulan kumpaslar neticesinde ortaya çıkan, bilgi birikimini ve tecrübeyi yok eden personel zafiyeti, ciddi bir milli güvenlik ve beka sorunu olarak tarihe not edildi. Milli güvenliğe ve milli savunma sanayisine esas ve en önemli darbe budur.
Bu kapsamda; savunma sanayisine ilişkin göze çarpan bazı hususların değerlendirilmesi gerekir. Milli menfaatlerimize ilişkin konularda; ‘doğruya övgü, yanlışa da eleştiri’ her Türk vatandaşının milli ve asli görevidir.
TİM verilerine göre havacılık ve uzay sanayisi ile savunma sanayisinin 2022’deki ihracat geliri 2,4 ABD doları olmuştur. 2021 yılındaki yaklaşık 1,5 milyar ABD dolarlık ihracata göre yaklaşık yüzde 60’lık bir artış söz konusudur. 2023 yılında ise bölgemizdeki ve dünyadaki çatışma alanlarının büyümesi, Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı’nın (IDEF) gerçekleşmesi gibi gelişmeler sektörün ihracatını daha da artmıştır. 2023’te sektör ihracatının 5,5 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. Ancak; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 2023 için 25 milyar ABD dolarlık ihracat hedefinin tadil edildiği güncel hedef olan 6 milyar ABD dolarlık rakama ulaşılamadı. Aslında; IDEF gibi dünyanın en büyük fuarlarından birinin düzenlendiği yılda ihracatın daha fazla artması beklentisi oluşmuştu. Savunma sanayimizin en önemli şirketlerinden BAYKAR’ın, bu ihracat rakamlarında İHA ihracatı ile aslan payına sahip olduğu dikkate alınmalıdır. Ayrıca, bazı önde gelen savunma sanayii firmalarımızın henüz ürün yelpazelerini genişletememeleri ve yürüttükleri birçok projenin seri üretim aşamasına geçememiş olması nedeniyle daha yüksek ihracat rakamlarına ulaşılması mümkün olamamakta, yükselen potansiyel satış geliri olarak ihracata yansıyamamaktadır.
“ÖZ İHTİYAÇLARIMIZI KARŞILAMAK İÇİN YETERLİ DEĞİL”
Prototip ürünleri bir an önce seri üretime geçirmede sorunlar yaşandığı anlaşılmakta olup, bu problem sahası çözülmedikçe Türk savunma sanayisinin uluslararası pazarlarda istenen ölçüde yer alabilmesinde zorluklarla karşılaşılması yaşanması kaçınılmazdır.
İhracata dönük üretimi gerçekleştirecek insan kaynağı potansiyelimiz hem nicelik hem nitelik olarak kendi öz ihtiyaçlarımızı karşılamak için yeterli değildir. Yetişmiş personelin ise daha fazla mesai yaptırılarak mevcut projeleri yürütmesi zorunluluğu da savunma sanayii içinde başka bir ikilem yaratmaktadır. Sektörde istihdam edilen kalifiye personel sayısındaki artışın ihtiyacı karşılamaya oranla düşük seyrediyor olması, ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
“SAVUNMA SANAYİİ BAŞKANLIĞI’NIN ÖNCELİKLERİ FARKLI”
Her şeye rağmen; uluslararası bir analiz kuruluşu tarafından yapılan 2023 yılı en çok silah ve askeri hizmet satışı yapan ilk 100 savunma sanayisi şirketi listesine büyük bir başarıya imza atarak 4 Türk firması girdi. Listede ASELSAN 60., BAYKAR 76., Türk Havacılık Uzay Sanayii 82. Ve ROKETSAN 100. Sırada yer almayı başarmış, milletçe gurur duymamıza katkı sağlamıştır.
Somutlaşan risklere rağmen, Savunma Sanayii Başkanlığı’nın gündemindeki önceliklerin farklı olduğunu üzülerek gözlemliyoruz.
Sayın İsmail Demir’den görevi devralan Sayın Haluk Görgün kamu şirketlerinin yönetim kadrolarında büyük değişiklikler yapmayı tercih etti. Şüphesiz ki tepe pozisyonlarda yapılan bu değişikliğin alt kademelere de yansıması oldu, olmaya devam edecektir. Yeni yöneticilerin ASELSAN’da Sayın Haluk Görgün’ün çevresindeki yakın mesai arkadaşları veya akademik kariyeriyle kesişen isimler arasından seçildiğine ilişkin iddialar basında yer alıyor.
“TARAF OLMAZSAN, BERTARAF OLURSUN’ İKİLEMİNE DÜŞÜRMEKTE”
Bu kadar teknik ve stratejik öneme sahip bir sektörün yöneticilerinin tespitinde izlenecek yolun bu olmadığını; stratejik ve önemli savunma sanayi kurumlarında kadrolaşma iddialarının ortaya atıldığı bu süreçte bu tür eğilimlerin zarar vermekten başka bir işlevinin olmayacağını artık anlamamız gerekiyor.
Ayrıca nepotizm kokan, bir tarafı kucaklarken diğer bir tarafı ötekileştiren zihniyetin savunma sanayisinde hâkim olması, genç mühendislerimiz ve teknisyenlerimizi de ‘taraf olmazsan, bertaraf olursun’ ikilemine düşürmekte, kariyer planı yönüyle umutsuzluğa düşmelerine neden olmaktadır.
Bir diğer önemli husus ise Türk Havacılık ve Uzay Sanayi (TUSAŞ) ve TUSAŞ motor sanayi (TEİ) başta olmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı (TSKGV) şirketlerinde çalışan 60 yaşın üzerindeki personelin istekleri dışında emekli edilmesidir. Buradaki temel meseleler hem çalışanların hak gaspları hem de kamu şirketlerinin önemli ve kabiliyetli işgücü kayıplarıdır. Bu çalışanlar sertifikaları ve tecrübeleriyle oldukça kritik personeldir.
Bu sınıftaki çalışanların kaybının yaratacağı boşluk daha fazla personelle doldurulamayacak kadar büyüktür. Üstelik bu çalışanlar F16 projelerinde yetenek ve tecrübe kazandıkları için Milli Muharip Uçak (MMU) KAAN’ın üretimi mümkün olabilmiştir ve şimdi bu tecrübe olmadan ülkemizin en stratejik askeri ve endüstri projesi sürdürülmek zorunda kalınacaktır.
“KAMU ŞİRKETLERİNİN ELİNDEKİ YETENEK HAVUZU SİYASİ BAĞLANTILARA SAHİP SERMAYEDARLARIN KULLANIMINA AÇILMAKTADIR”
Emekli edilen çalışanların bilgileri ise belli sanayici gruplarına iletilmektedir. Bu özel şirketlerin emekli edilen personelleri istihdam etmesi ve TSKGV şirketlerine alt yüklenici olma kabiliyetine sahip olmalarını hedeflemektedir.
Normal şartlar altında bu yaklaşım olumludur, hatta emekli çalışanların kendi girişimlerini kurmaları da değerlendirilmesi gereken bir ayrı bir husustur. Ancak özel firmaların siyasi ilişkiler çerçevesinde seçildiklerine yönelik iddialar gündemdedir. İddialar doğruysa kamu şirketlerinin elindeki yetenek havuzu gerekli siyasi bağlantılara sahip sermayedarların kullanımına açılmaktadır.
“BUNCA YILLIK TECRÜBE VE BİLGİ BİRİKİMİ SADECE ASKER KÖKENLİ OLDUKLARI İÇİN GÖZ ARDI EDİLMEKTEDİR”
2023 yılı uzun süredir devam eden bir usul olduğu üzere, emekli askerlerin özellikle devlete ait savunma sanayi şirketlerinde pek rağbet görmediği bir yıl olarak hatırlanacaktır. Bunca yıllık tecrübe ve bilgi birikimi sadece asker kökenli oldukları için göz ardı edilmektedir.
Savunma sanayisinde ilerlemiş başka bir deyişle, 2023 yılı en çok silah ve askeri hizmet satışı yapan ilk 100 savunma sanayisi şirketi listesinde en fazla şirket bulunduran ülkelerde, bu alanda istihdam edilen personelin temelini ve büyük bir bölümünü silahlı kuvvetler emeklisi yetişmiş personel oluşturmaktadır. Bizim firmalarımızda ise bu önemli yaklaşımın öncelikli olmadığı ve hatta zaman zaman halkımızın vergileri ile yetişmiş, dünya çapında eğitim almış, deneyimli, bilgi birikimine sahip, harekat tecrübesini elde etmiş bu insanlarımızın tercih edilmediği yadsınamaz bir gerçektir.
Göze çarpan diğer bir husus da kendilerini savunma uzmanı olarak nitelendiren birtakım kişiler ile bazı özel savunma şirketlerinin, savunma ürünlerine ilişkin bilgi güvenliğine zarar verecek gizlilik dereceli hususları ihtiva eden açıklamalarıdır. Bunları da her gün sosyal medyada, reklam maksadıyla birbiri ardınca görüyoruz. Bu, bilgi güvenliğini ve harekat emniyetini tehlikeye düşürmektedir.
Ayrıca; yine 2023 yılı yıllarca savunma projelerine emek vermiş özellikle emekli askeri personele vefanın yine asla gündeme gelmediği bir yıl olarak hatırlanacaktır. Bir kısım savunma sanayi yorumcuları envantere giren gemilerin veya sistemlerin önünde boy boy fotoğraf çektirip, yorumlar yaparken bu projelere emek harcayan örneğin emekli kuvvet komutanları törenlere bile davet edilmemiştir.
Savunma Sanayi İcra Kurulu’nun son toplantıda almış olduğu kararlar neticesinde, Deniz Kuvvetlerimizin hizmet ömrünü tamamlayan platformlarının değişimiyle ilgili yıllardır bekleyen projelerin gündeme alınarak nihayet adım atıldığını görmek gerçekten sevindiricidir.
“UÇAK GEMİSİ UZUN VADEDE SAFHALAR HALİNDE GERÇEKLEŞEBİLECEK MİLLİ BİR HEDEFTİR”
Son SSİK kararlarında yer alan uçak gemisi tasarımına başlanması işlem maddesi kamuoyu gündemine oturmuştur. Uçak gemisine sahip olma hedefimiz, esasen 2017-2018 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından somut olarak gündeme getirilmiş ve ilgili vizyon dokümanlarında ithal edilmesi gündeme gelmiştir. Yani yeni bir kavram, yeni bir proje, yeni bir iddia değildir.
Uçak gemisi; artık bölgesel güç olmaktan çıkarak küresel bir güç olma hedefini taşıyan Türk Deniz Kuvvetleri için güç aktarımı maksatlı; önemli, devrimci, vizyoner ama uzun vadede safhalar halinde gerçekleşebilecek milli bir hedeftir.
Uçak gemisinin inşası, uçak gemisi harekatının başarı ile icrası için yeterli değildir. Modern dünya bahriyelerinin uygulamalarından alınan dersler çerçevesinde; beraber görev yapacağı gemileri, üzerindeki her türlü hava aracını, personelin temin ve eğitimini, teknik ve lojistik altyapı ile idame hususlarını da dikkate almamız gerekmektedir.
Uçak Gemisi Görev Grubu konsepti; hava savunma muhriplerini, süratli lojistik destek gemilerini ve hatta nükleer taarruz denizaltısı gibi diğer platformların da eş zamanlı olarak geliştirilmesini ve hayata geçirilmesini dikte etmektedir.
Bir uçak gemisinin üzerine konuşlanacak muharip uçakları; en az 40-50 muharip uçak, yedekleri ile tedarik etmek de yetmeyecektir. Hava erken ihbar uçakları, elektronik harp uçakları, lojistik nakliye uçağı benzeri birçok platformu uçak gemisine entegre edebilmemiz gerekecek olup, bu platformların tedarik planlamasının da bir an önce yapılmasına ihtiyaç duyulacaktır. Bu hava vasıtalarının deniz şartlarında görev yapacak şekilde, marinize edilmiş gövde ve motora sahip dizayn edilmeleri gerekmektedir. Yani bu hava araçları, karadan kullanılacak hava araçlarından farklı tadilata ve modifikasyona tabi tutulmak zorundadır.
“UÇAK GEMİSİ GİBİ ÖNEMLİ PROJENİN BİR TAKIM SİYASİ AMAÇLARA ARAÇ OLARAK KULLANILMAMASI GEREKMEKTEDİR”
Bölgemizdeki devletlerin gelişmiş ve her geçen gün geliştirme faaliyetleri içinde oldukları özellikle havadan taarruz imkanları ile elde mevcut sınırlı kaynaklar dikkate alındığında; her şeyden önce ve uçak gemisinden de daha olarak bölge hava savunma kabiliyetine sahip TF 2000 hava savunma harbi muhribi projesinin bir an önce hayata geçirilmesi çok daha önemli ve acil bir ihtiyaçtır. Ülke savunması için son derece önemli olan projenin bu kadar gecikmesi gerçekten çok vahim bir durumdur.
Bölgemiz ateşten gömlek, Türk Silahlı Kuvvetleri yurtiçi ve yurtdışında fedakarca çok kritik görevler yapıyor, mevcut ve tahsis edilebilecek kaynaklar kısıtlı, bu yüzden; yetenek kazanmada önceliklerin çok iyi belirlenmesi ve uçak gemisi gibi önemli projenin bir takım siyasi amaçlara araç olarak kullanılmaması gerekmektedir.
“HAVA KUVVETLERİ’MİZİN GİDEREK DARALAN VE YAŞLANAN ENVANTERİYLE İLGİLİ NİHAİ BİR ÇÖZÜM ÜRETEMEMİŞTİR”
Sonuç olarak; uçak gemisi dahil yetenek kazanmada önceliklerin tehdit, harekât sahası özellikleri ve tevdi edilebilecek vazifeler dikkate alınarak hassasiyetle değerlendirilmesi sonucunda belirlenmesi gerektiğini, sınırlı kaynaklarımızın etkin şekilde kullanılması zorunluluğunu bir kez daha vurguluyorum.
Savunma Sanayi İcra Kurulu’nun açıkladığı büyük alımlara karşın Hava Kuvvetleri’mizin giderek daralan ve yaşlanan envanteriyle ilgili nihai bir çözüm üretememiştir. Bu bağlamda; 2002’den bugüne kadar sadece 30 muharip uçağın envantere alınabildiğini üzülerek belirtmem gerekir.
“ÜLKEMİZDE ARABA YAPILAMADIĞI BİR DÖNEMDE ÖNCE MİLLİ KORVETE, DAHA SONRA İSE MİLLİ FİRKATEYNE SAHİP OLUNMUŞTUR”
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı milli gemi projeleri 1990’larda konsept geliştirme ile başlamış, akamete uğrayan proje 20’inci Deniz Kuvvetleri Komutanı merhum oramiral Özden Örnek’in büyük çabaları ile rayına oturtulmuş ve 2009’dan itibaren gemiler envantere girmiştir. Bu vizyoner politika ile ülkemizde araba yapılamadığı bir dönemde önce milli korvete, daha sonra ise milli firkateyne sahip olunmuştur.
Ancak o zamanki adı TF/FX mevcut ismi ile MMU KAAN projesi, aynı sürat ile realize edilememiştir. TF/FX projesine dair karar 2010 aralık tarihli savunma sanayi icra kurulu toplantısında alınmıştır. Buna istinaden 2013-14 döneminde kavramsal tasarım çalışmaları yürütülmüştür.
Muhtemelen F35 tedarik planları ile milli proje akamete uğratmış, gerekli ilginin gösterilmesini engellemiştir. Ayrıca; bugünlerde basında F35 uçaklarının tedarik edilmesine yönelik çekincelerin Milli Savunma Bakanlığı tarafından ilgili makamlara iletildiğine yönelik haberler yer almaktadır. Sayın Yaşar Güler de TBMM’de F35 konusundaki isteksizliğini gündeme getirmiştir.
F35 projesi 1990’dan itibaren paydaşı olmamızın yansıra, F35 ilk harekât yeteneğine 2013’de ulaşmış bir uçaktır. Eğer böyle sıkıntılar var ise ki muhtemelen harekat bağımsızlığımız olmayacak bir uçaktı, neden daha önce işlem yapılmadı ve Kaan MMU’ya tam konsantrasyon sağlanmadı.
Bu çerçevede; F35 tedariğine ilişik değişik makamlar tarafından yapılan ‘iyi ki almadık’ şeklindeki söylemlerin, ABD tarafından F35 programı dışına çıkarılmamız sonrası yapılması da gerçekten üzücüdür.
Bir diğer önemli konu da milli hava savunma sistemlerimizdir. Türkiye 2006 / 2007’de hazırlanan uzun vadeli yol haritası doğrultusunda kademeli olarak kendi hava savunma sistemlerini geliştirmeye başlamıştı. Korkut, Hisar ailesi bu yol haritasının ilk aşamada gerçekleşen ürünleridir. Türkiye, içinde bulunduğumuz dönemi hedefleyerek; savunma sanayinde yetkili personelin de belirttiği şekilde, S400 ayarında olmasa bile bu kategorideki ihtiyacı kendi imkanları ile karşılayabileceğini öngörüyor, bu doğrultuda çalışıyordu.
Hal böyle iken; milli sistemlerimizin geliştirilmesine daha da odaklanılarak, S400 hava savunma sistemi tedarik edilmemesi ve sonuç olarak yaptırımlara maruz kalınmaması milli menfaatler açısından daha uygun bir hal tarzı olabilirdi. Üstelik S400 sistemi, milli radar ağımıza da entegre değildir ve kabiliyetleri sınırlıdır.
Savunma Sanayi İcra Kurulu’nun kararları arasında Kara Kuvvetleri envanterini iyileştirecek ana platform, silah ve sistem teminlerine veya modernizasyonlarına herhangi bir atıf yapılmaması da büyük bir hayal kırıklığıdır. Ayrıca; LEOPARD 2a4 iyileştirmesinin gecikmesi, modern 8 x 8 zırhlı muharebe aracı (ZMA), ağır silahlı ZMA tedariki gibi acil harekât ihtiyaçlarının ötelenmesi ve ihalenin sonuçlanmaması, insansız kara araçlarında (İKA) arzu edilen ilerleme sağlanmaması da önemli birer sorun alanıdır.”
Bağcıoğlu, değerlendirmelerinin ardından şu soruları yöneltti:
“Milli Hava Savunma Sistemi projesi başarı ile devam ederken şu anda kısa ve orta menzilli sistemlere sahip olduğumuz, geliştirme çabalarımız devam ettiği düşünüldüğünde S400 hava savunma sistemi tedarik edilerek birçok alanda çalışmalarımızı etkileyecek yaptırımlara maruz kalmamız ayrıca TF/FX – MMU KAAN projesinin örneğin milli gemi projesi gibi daha önce başlatılmaması bizlere stratejik olarak neler kaybettirmiştir?
Bizden bir yıl sonra kendi uçağını geliştirmeye başlayan Güney Kore’nin biz niye oldukça gerisinde kaldık?
S400 sistemlerinin etkinliğine ve harekât kabiliyetine ilişkin birçok yorum yapılmakta, bu yorumların bazıları milli güvenliğimize zarar vermektedir. Müteakip dönemde, 2020 yılında olduğu gibi bir fiili atış eğitiminin uygun görülecek bir bölümünün basına açık olarak icra edilmesi ve caydırıcılığa katkı sağlanması değerlendirilmekte midir?
Alınan dersler ortada iken; çok önemli bir harekât ihtiyacı olduğu her fırsatta gündeme getirilen, tasarım çalışmalarının devam ettiğine dair açık kaynaklarda bilgiler bulunan TF-2000 hava savunma muhribi projesi neden bu kadar gecikmiştir?
Tecrübeli ve mesleki bilgi birikimine sahip emekli askeri personelden öncelikle devlete ait savunma şirketlerinde yararlanmakta neden isteksiz davranılmaktadır? Yönetim Kurulu üyeleri arasında yer alan asker kökenli üyeler neden yok denecek kadar az bir sayıya indirgenmiştir? Konu hakkında tecrübeli ve bilgi birikimine sahip emekli askerler vakıf yönetimlerinden neden tasfiye edilmiştir?
Son Savunma Sanayi İcra Kurulu kararında yer alan uçak gemisi tasarımına başlanması vizyoner bir karardır. Ama bu kararı orta vadede, en az 30-40 yıl destekleyecek imkân, kaynak ve kabiliyetimiz var mıdır? TUSAŞ ve TEİ başta olmak üzere TSKGV şirketlerinde çalışan 60 yaşın üzerindeki personelin istekleri dışında emekli edilmeleri kararı bilgi birikimi ve tecrübenin idamesi için gözden geçirilecek midir? Emekli edilen çalışanların bilgilerinin siyasi ilişkiler çerçevesinde seçilen belli sanayici gruplarına iletildiği iddiaları doğru mudur? Savunma sanayisinde bilgi güvenliğine yönelik yapılan uyarılar caydırıcılıktan uzaktır. Nasıl bir tedbir alınması planlanmaktadır?
Bu kadar çok sayıda ve gelişmiş insanlı veya insansız hava aracı üretebilen ülkemizde, askeri hava aracı test ve sertifikasyonu ile görevli Türkiye Askeri Havacılık Sertifikasyon Otoritesi (TAHSO) neden hala hayata geçirilememiştir?”
Bağcıoğlu, açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Eskişehir ve Kocaeli’den Ankara’ya yürüyen savunma sanayi işçilerinin talepleri ile ilgili soru üzerine Bağcıoğlu, şunları söyledi:
“Bu, biraz önce ifade ettiğim; tecrübeli personelin kaybedilmesi ile bağlantılı bir durum. Burada ekonomik sıkıntılar da mevcut. Tüm Türkiye’yi etkilediği şekilde, bu ekonomik sıkıntılar, harp sanayi ve savunma sanayinde çalışan işçilerimizi de menfi yönde etkiliyor. Sadece işçilerimiz değil, emekli astsubaylarımızın, emekli binbaşılarımızın ve atanamayan uzman çavuşlarımızın sıkıntılarını da gündeme getirmek istiyorum. Bunların, komple bir paket içinde; ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar da dikkate alarak gerekli düzeltmelerin yapılması gerekiyor. Biz CHP olarak, bu ekonomik düzeltmelerde, özlük haklarında, benzeri durumlarda; her türlü desteği sağlamaya hazır olduğumuz defaatle bildirdik. Bir kez daha vurgulamak istiyorum.”