Yazarlar

Atatürk’ün geçirdiği kazalar ve hastalıklar

Büyük Atatürk; evhamlı değildir, doktor muayenesini sevmez doktor tavsiyesini pek dinlemez. İlaçlarla da arası hoş değildir. Sağlığına bakmamasının nedeni, millet için az zamanda çok büyük işler yapma çabalarıdır. Milletin saadet selametini kendi sıhhatinden üstün tutmuştur.

Geçirdiği Kazalar

Aile içinde anlatıldığına göre daha kundakta bir bebek iken eve giren ve kapıyı zorlayan hırsızlarla yapılan mücadele sırasında kapı yerinden çıkarak üzerine düşmüştür.

İlkokul çağında Mahalle Mektebi’ne giderken oradaki öğretmeni kulağını çekerek kanatmıştır.

Atatürk’ün hayatındaki en önemli yaralanmalardan biri gözlerini etkileyen yaralanmalardır. Bunlardan ilki Trablusgarp’ta yaşanmıştır. Derne’de 16-17 Ocak 1912’de komutasındaki yerli kuvvetlerin İtalyanlara karşı baskın tarzındaki taarruzu sırasında olmuştur. Yoğun toz bulutu içinde kalmış ve bir kireç parçası gözüne girmiş ve gözünü zedelemiş, sol gözünde görme problemi yaratmıştır. İyi bir tedavi görmesine rağmen gözünde hafif bir şaşılık bırakmıştır. İkinci göz rahatsızlığını Suriye’de çölde maruz kaldığı bir kum fırtınasından kaynaklanmıştır.

Conkbayırı’nda önemli bir yaralanma geçirmiş şarapnel parçası göğsünün sağ tarafına çarpar. Cebinde bulunan saat parçalanır. Okulunu bitirdiği gün annesinin hediye ettiği demir bir saat sayesinde ölümden kurtulmuştur.

Şüphesizdir ki Mustafa Kemal Atatürk’ün yaralanmalarının en önemlilerinden biri de Sakarya’da cepheyi gezerken arazi ve mevzi durumunu görüp inceledikten sonra geri dönmek üzere ata bindiği sırada atın ürkmesi nedeniyle ayağı üzengiden kayar ve yüzüstü yere düşer. Küçük bir taş kaburga kemiklerine rastlar ve üç kaburga kemiği kırılır. Kırılan kaburganın birinin ucu ciğerini tahriş eder ve nefes aldırmaz. Kendisine konuşmadan istirahat etmesi tavsiye edildiği zaman Mustafa Kemal Atatürk “Allah Kostantin’e (Yunan Kralı) yardım ediyor galiba” diyerek latife yapar. “Maksat bizim yaşamamız değil, maksat milletin yaşamasıdır”der. Kemik ağrılarına rağmen 22 gün 22 gece süren bu savaşı mıhlanmış gibi oturduğu bir koltuktan idare etmiştir. 28 Şubat 1938 günü Türk doktorların yaptığı muayenede akciğerleri muayene edilirken Atatürk sağ akciğer tabanında daimi bir gayri tabilik olduğunu bunun kırılan kaburganın tesiriyle baki kaldığını anlatmıştır.

Atatürk’ün geçirdiği kazalar arasında iki kere de köpek ısırması olayı vardır. Köpekleri çok seven Atatürk hayatı boyunca yanında köpek bulundurmuştur. Kuduz olmayan bu köpek ısırmalarının ilki elinden, diğeri de ayağından olmuştur.

İkinci İnönü savaşından sonra 1921’de gerçekleşmiştir. Sol yanağında çıkan büyük bir çıban, oldukça ıstırap vermekteydi. Çankaya da Op. Dr. Emin (Erkul) kozan mebusu Fikret(Onuralp) ve Ankara hastanesi Başhekimi Op. Dr. Ömer Vasfi(Aybar) tarafından cerahat drene edilir. Canı yandığı halde hiç sesini çıkartmaz her zamanki sakinliği ve soğukkanlığını korur.

Dolmabahçe’de iken sağ kulağının memesi altında oluşan şişliği M. Kemal Öke, Şişli Sıhhat Yurdu’nda yerel bir operasyonla çıkarır. Yine sırtında bulunan bir beni de Şişli Sıhhat Yurdunda M. Kemal Öke tarafından alınmıştır.

Dişleriyle başı dertteydi

Atatürk savaş yıllarında cepheden cepheye koşmaktan bir diş hekiminin koltuğuna oturmak imkanı bulamamıştı. Trablus’ta bulunduğu sıralarda dişlerinden rahatsızdı. Dr. Mim Kemal Öke ile de bu vesile ile tanıştılar. Kendi notlarında 15 Mart 1922 günü Akşehir’de İsmet paşa‘nın karargahına gittiği ve bir dişinin ağrıdığını ve çektirdiğini belirtir. Atatürk diş hekimi, Osmanlı sarayının diş hekimi olan Musevi asıllı Diş hekimi Sami Günzberg idi. Atatürk İstanbul’da bulunduğu sıralarda Beyoğlu’nda bulunan muayenehanesine giderdi. Atatürk’ün bir dişini Sami Günzberg tarafından Şişli Sıhhat Yurdunda çekilmişti. 1935 yılı yazında Atatürk’ün ağrıyan bir dişi için, diş hekimi Ziya Cemal Büyükaksoy Dolmabahçe Sarayı’na çağrılır. Ağrıyan dişi çeker ve yerini diker. Daha sonra dişlerine kendi özel hekimlerince konsültasyon ve muayene edilir.

Sıtma hastalığı

Mustafa Kemal Manastır Askeri Lisesi’nde öğrenci iken sıtma hastalığına yakalanır. Henüz delikanlı olan Mustafa Kemal geçirdiği sıtma nöbetlerinin tesiriyle bir hayli zayıflamıştı. Okulda hastalığının şiddetlendiği ve kendisini kaybettiği sırada, bir zamanlar babasının kullandığı, sonra da kendisine hediye ettiği altın saati çaldırır. Bu yüzden de üzüntü içindedir. Sağlığından dolayı İki ay evde kalır. İki ay sonra iyileşir ve tekrar okuluna devam etmeye başlar. Tertiana tipi sıtma nöbetleri, sonraki yıllarda, özellikle savaşlar sırasında Mustafa Kemal’in hiç yakasını bırakmamıştır. Çanakkale Savaşlarında sıtma yeniden tekrarlar. Mustafa Kemal rahatsızlığı nedeniyle, Anafartalar Grubu Komutanlığı’nı Fevzi Çakmak’a devrederek 10 Aralık 1915’te Çanakkale’den ayrılır ve İstanbul’a gelir. Bu ayrılış birazda Liman Von Sanders ile aralarındaki anlaşmazlıktan kaynaklanmaktadır. 28 Ağustos 1918 7. Ordu Karargahı’nda böbrek sancıları ve sıtma nöbetleri tekrar başlar. Mustafa Kemal Samsun’a çıktığı zamanda sıtma geçirmektedir. 3 Ağustos 1920’de Konya’da hastalık tekrarlamış. Mustafa Kemal’in daha sonraki muayenelerinde doktorlar tarafından tespit edilen hafif dalak büyüklüğü, yakalandığı sıtma hastalığına veyahut ülkenin her tarafında görev yaptığı için bu görevleri sırasında almış olabileceği enfeksiyonlara bağlanmıştır.

Böbrek hastalığı

Atatürk’ü hayatı boyunca meşgul eden en önemli rahatsızlıklarından biri böbrek hastalığı olmuştur. Daha 20’li yaşlarında iken akıntılı bir idrar yolları enfeksiyonu geçirmiş daha sonraları ortaya çıkan böbrek rahatsızlığı pyelonefrit olarak değerlendirilmiştir. Çanakkale’den eve döndüğünde böbreklerinden rahatsızlık geçiren Mustafa Kemal, Veliaht Vahdettin maiyetinde Almanya’ya yaptığı seyahatten (15-Aralık 917- 4 Ocak 1918) de hasta olarak dönmüştür. 29 Ocakta 1918’ de Ali Fuat Cebesoy paşa’ya yazdığı mektupta,.. “İstanbul’a gelmiş olduğumu duymuşunuzdur. Burada pek aksi olarak rahatsızlıktan baş alamıyorum. Veliaht Hazretleriyle Almanya seyahatine yataktan kalkıp gittim. Yirmi gün seyahat esnasında bir şey yoktur, dönüşte trende yeniden hastalandım. Bir aydır yine yataktayım…” demektedir. Mustafa Kemal İstanbul’da Pera Palas Otelin 201 numaralı odasında istirahat eder, dışarı çıkmaz. Yapılan konsültasyon sonucunda doktorlar tedavi için Viyana’ya gitmesi kararlaştırılır. Prof.Dr. Zuckerlandl’a muayene olur. Profesör İstanbul’da Türk doktorlarının koyduğu teşhisi kabul eder. Yapılan idrar tahlillerinde koli basili bulunur. Üç hafta tedavi sürecinden sonra banyo tedavisi için Karlsbad’a gönderilir. Dr. Vermer hazırladığı kür proğramına göre tedavi görür. Tedavi tam bitmeden İzzet paşa’nın isteği üzerine İstanbul’a çağrılır. M. Kemal Karlsbad’a tam olarak iyileşemediği için böbrek rahatsızlığı sık sık nüksedecektir. Bundan sonra böbrek hastalığı ile birlikte sıtma hastalığı ile de mücadele etmekte olduğu anlaşılmaktadır. Erzurum ve Sivas Kongreleri sırasında tekrarlayan aynı rahatsızlıklar Ankara’ya geldikten sonrada devam eder. Bolvadin’de Büyük Taarruz hazırlıklarını cephede incelerken yine rahatsızlık nükseder aspirinle rahatlamaya çalışır. 1923’de idrar yollarındaki rahatsızlığı tekrarlar. Behçet Sabit Bey Ankara’ya çağrılır. Mustafa Kemal’i muayene eder.

Kalp hastalığı

Atatürk hayatı boyunca iki kere çok ciddi kalp krizi geçirmiştir. İlki 11 Kasım 1923 öğle yemeğinden sonra daha sofradan kalkmadan göğsüne bir ağrı girer. Dr. Refik Saydam da sofrada bulunuyordu. Atatürk’e derhal müdahale ederek bir morfin şırıngası yapar ve kendisini rahatlatır. 13 Kasım 1923 günü bahçede gezinirken bir kriz geçirir. Atatürk ikinci kalp krizini Büyük Nutkun hazırlıklarını yapmaktadır. O günlerde aralıksız 30 saat çalışıyordu. 22-23 Mayıs 1927 gecesi yatakta göğsünde ve sol kolunda şiddetli bir ağrı ile beraber büyük bir sıkıntı, ter ve bulantı olur.

Atatürk’ün geçirdiği diğer hastalıklar: Solunum sistemi rahatsızlığı, soğuk algınlığı ve gribal enfeksiyon, Dış kulak yolu egzaması mevcuttu, zaman zaman bu hastalığı alevlenmekte, ağrılı dış kulak yolu iltihabı nedeniyle kulak memesinden aşağıya doğru sızan seröz akıntı, çok titiz olan Atatürk’ü ağrı şikayetinden daha fazla rahatsız etmekteydi.

SON HASTALIĞI

Millî kahraman ve şanlı kumandan Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk, uzun süren hastalığı esnasında milletçe hayranı olduğumuz yüksek vasıflarından hiçbir şey kaybetmemişti. Hastalığının sonuna kadar tıpkı sıhhatli zamanlarında olduğu gibi daima keskin ve nafiz bakışlı, berrak ve selîs ifadeli, çelik gibi kavî iradeli, müstesna bir fıtrat idi. Her gün fizik kuvvetinden biraz daha kaybettiği ve gittikçe zayıfladığı halde, bu cihanşümul şöhretli hastanın insan kütlelerini sevk ve idarede müstesna bir kabiliyete sahip yüce şahsiyeti hemen göze çarpıyordu. Sayısız yüksek meziyetlerine meftun olduğumuz Atatürk’ü hastalık, fikren ve manen hiçbir veçhile sarsmamış ve değiştirmemişti.

Hastalığının mahiyeti kendisine izah edilirken dahi ne yüzünde, ne sözünde hiçbir endişe, hiçbir üzüntü eseri sezilmiyor, söylenilenleri soğukkanlılık ve tam bir sükûn ile dinliyordu. Mütemadiyen yatakta yatmakla geçen uzun aylar zarfında bir defa bile hastalıktan şikâyeti işitilmedi, hiçbir sabırsızlığı görülmedi, metaneti asla gevşemedi.

Atatürk, son senelerde halsizlik, yorgunluk gibi şikayetler başlamıştı. Zamanla halsizlik artar, renginde ve yüzündeki çizgilerde değişikliklerle beraber, altın gibi sarı saçlarına kır düşmeye başlar. Zaman zaman yüzü sararıp solar, elleri balmumu rengini alır. Atatürk uykudan kalktıktan sonra kendini halsiz hissetmektedir ve bu halsizliğini ilaçlar alarak gidermeye çalışmaktadır. İştahı oldukça azalmış renginde solgunluk artmıştır. 1937 yazında Florya’da iken bir gün idrarından kan gelir. Bu şikayetlerine iki önemli şikayet daha, kaşıntılar ve burun kanamaları ilave olur. Kaşıntıların karınca ısırmasından kaynaklandığı düşüncesi ile Dolmabahçe Sarayı ilaçlanır. 1937 yılı içinde evvela uzun sürelerle, sonraları sık sık olarak burun kanamaları görülmeye başlar. Doktorlar tarafından tedavi edilse de bu kanamalar devam eder. 27 Şubat 1937 günü Balkan İttifakı’na dahil devletlerin Dışişleri Bakanları şerefine Çankaya‘daki Hariciye köşkünde bir yemek ve yemeği müteakip bir de suare verilir.

Atatürk burnu kanadığı için geç gelir. Celal Bayar Atatürk’e görüşür ve Türk doktorlarının bir konsültasyon yapmasına karar verilir. Muayenesinde kaburga kavsini üç parmak geçen sert kıvamda karaciğer, iki parmak geçen dalak büyüklüğü ile gözlerinde hafif bir sarılık tespit edilir. Hastalığın karaciğer hastalığı, siroz başlangıcı olduğu kabul edilir.

Hastalığı ile ilgili Tartışmalar: Doktorlar tarafından genellikle “alkole bağlı sert ve kanlı karaciğer iltihabı” olarak tespit edilmiş buna göre bir tedavi uygulanmıştır. Ona bu teşhisi koyan Dr. Fiessinger daha sonra Gen. Sekreter Hasan Rıza Soyak’a “Bu hastalığın sırf içkiden geldiği yolundaki düşünce doğru değildir. Benim Fas, Tunus ve Cezayir’den gelen bir çok Müslüman hastalarım var ki ömürlerinde ağızlarına herhangi ispirtolu bir içki koymamışlardı. Hastalığın daha başka ve mühim amilleri olduğunu kabul etmek lazımdır. Bence bunlar arasında bilhassa beslenme tarzı ve daimi konstipasyon gibi amiller başlı başına yer tutmaktadırlar.”

Prof. Dr. Sait Kapıcıoğlu 1997’de “Atatürk’ün hastalığı alkole bağlı siroz değildi” başlıklı bir makale yayınlamıştır.

Prof.Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk’ün hastalığını büyük ölçüde beslenme tarzı ve daimi peklikten kaynaklanan “karaciğer iltabı” olarak ifade etmiştir.

Gazeteci yazar Oğün Deli, Atatürk’ün hastalığına konulan teşhisin yanlış olduğunu belirtmekte, aynı zamanda tedavisinde kullanılan bazı civalı ilaçlarla Atatürk’ün zaman içinde bazıları Mason olan doktorları tarafından öldürüldüğünü iddia etmektedir. 

Son sözü “Aleykümesselam”

Neşet Ömer İrdelp yanaşıp rica etti. “Dilinizi çıkarır mısınız efendim..?” Dilini ancak yarısına kadar çıkardı. Dr. İrdelp tekrar seslendi: “Lütfen biraz daha uzatınız!…” Nafile!.. Artık söyleneni anlamıyordu; dilini uzatacağı yerde tekrar tamamen çekti; başını biraz sağa çevirerek Dr. İrdelp’e dikkatle baktı ve “Aleykümesselam” dedi. Son sözü bu oldu. İkinci ponksiyondan tam 30 saat sonra komaya girdi.

Son 38 Saat 5 dakika

Atatürk, son sözü “Aleykümesselam” dan sonra tekrar ağır komaya girmiştir. 08 Kasım Saat 19.00’dan beyin ölümünün gerçekleştiği 10 Kasım 09.05‘e kadar 38 saat 5 dakika geçmiştir.

10 Kasım 1938

Saat tam 09.05 geçiyor. Atatürk birden bire gözlerini açıyor. Gök mavisi gözleriyle son bir defa oradakilere bakıp ilahi bir aşk ile bağlandığı ve inandığı aziz milletini son defa askerce selamlayıp, birkaç saniye sonra başını sağ çevirip gözlerini kapadı… Bütün hayatı bitmez tükenmez mücadelerle geçen, Türk vatanını kurtarmak için katlandığı mahrumiyetler, heyecanlar, en ağır hastalıklar içinde ölümsüz hayatına göçmüş bulunuyordu… 

Kaynaklar

Atatürk’ün Son Sözü Aleykümesselam, Ali Güler

Atatürk’ün Hastalığı, Bilal N. Şimşir

Atatürk’ten Hatıralar, Hasan Rıza Soyak

Atatürk Nasıl Öldürüldü, Ogün Deli

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu